|
|
Bu ayıp bize yeter de, birine ne kadarı yeter bilemiyorum?
Bilirsiniz, bizde bir laf vardır; bazen “bu ayıp da bize yeter” deriz ve
devamını getirmeyi kendimize zul (kendimizi aşağılama) sayarız.
Gazetelerden okuduğumuz şu haber de işte tam bunu dedirtecek cinsten:
İngiltere’deki “Financial Times” gazetesine konuşan İDO patronu Bay
Souther, İDO’nun geleceği hakkında endişeli olduğunu dile getirmiş ve
“İDO’nun en fazla kar ettiği hat olan Topçular-Eskihisar arasında rakip
bir firmanın faaliyete başlaması halinde, İstanbul’un ulaşım sistemini
yeniden yapılandırmayla ilgili planlarını tekrar gözden geçireceklerini”
belirtmiş.
Souter, ayrıca “Firmanın aynı hat üzerinde zararına devam ettirdiği bazı
hizmetleri vermeyi bırakabileceği yönünde uyarıda” bulunmuş.
Souter bir de, “İstanbul Belediyesi tarafından verilen belgelere inanmak
istediklerini” dile getirmiş.
Yanlış anlaşılmasın diye önce şunların altını çizelim:
Biz daha işin başında iken İDO’nun fiilen bir deniz ulaşımı tekeli
olduğunu söylemiş ve bunun iki nedenden dolayı satılmaması gerektiğini
belirtmiştik:
Bunlardan birincisi, bu işin “bir kamu hizmeti olduğu”, denizin tam
ortasından ikiye böldüğü bu 15 milyonluk şehrin vapur işletmeciliğinin bir
ticari şirkete verilemeyeceğini, verilirse bunun kamu hizmetinden
vazgeçmek olduğunu, bu durumda İstanbul halkının topluca bir tekelin
“müşterileri” haline getirileceğini söylemiştik.
İkincisi; Mevzuatımıza göre Türk karasularında deniz taşımacılığında
kullanılan gemilerin yüzde 49’u yabancı yatırımcıya verilebilir ama
bunların” işletmeciliği” verilemez; çünkü Kabotaj Kanunumuz bunu
yasaklamıştır. Özelleştirme kanunu bile “Kabotaj ile ilgili hükümlere
dikkat edin” diyor ve buna aykırı hareket eden işletmecilerin gemilerinin
derhal “bağlanması” gerekiyor.
Bunu yapmayanların da elbette ki bir gün gelip görevlerini yapmadığı ileri
sürülebilecektir.
Maalesef ne bu işin içindeki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu ikazlara
aldırdı, ne liman idaresi veya herhangi bir merci buna karşı bir işlem
yaptı. Bize en azından “Yahu o Kabotaj Kanunu Cumhuriyetin ilk yıllarının
heyecanıyla yazılmıştı, şimdi devir değişti; bunu şu-şu nedenlerle bu
günün koşullarında yorumlamalı” diyebilirdi, kimse onu bile demedi, bu
yanlışı adeta görmezden, duymazdan geldi.
Neden?
Bu işin daha ilk aylarında bilete zamlar yapılıp millet yabancı sermayeye
daha fazla para ödemek zorunda bırakılmadı mı? İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı’nın başkanlığında görev yapan UKOME yani bu işlere bakan
kurul, şimdi Bay Souther’in, bir süre önce de yerli ortağının “bu zamlar
yanlıştı” dediği gibi bu zamlara onay verip “münasiptir” demedi mi?
Aynı vapura İstanbul’dan binenler her nedense ses çıkarmaz ya da çıkan
sesler İstanbul medyasında yer almazken, aynı hattın Bursa iskelesinde
gösteriler yapılıp bu işin yanlışlığı protesto edilmedi mi?
Bu durumu gören başta aynı partili Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olmak
üzere değişik meslek odaları biz tekelci uygulamaya karşıyız, halkımızı
söğüşletmeyiz, gerekirse kendi vapurumuzu çalıştırırız demedi mi?
Bizim vatandaş olarak hukukumuzu korumakla görevli Rekabet Kurulu
“İnceleyip inceleyip ben burada tekelcilik falan göremiyorum” derken
şirketin yerli ortağı “bizim bu tekelci uygulamamız yanlış oldu” demedi
mi?
Şimdi de İskoç ortak “piyasaya başkasını sokarsanız siz bilirsiniz” deyip
tekelinin devamında israr etmiyor mu?
Bunlara evet diyorsanız, İngiliz ortağın sözleri bizler için,
İstanbullular için ve hatta Türkiye için “zul” değildir de nedir?
Ne diyor Bay Souther:
-“İDO’nun geleceği hakkında endişeliyim”.
Bunun anlamı, bir gün ticari olarak batabiliriz, İDO zaafa düşer,
ulaşım zaafa düşer demek değil midir?
Bu şirket zaafa düşerse olağan işletmeciliğine ya da kibarca söylenişi ile
“hizmete” devam edebilir mi? Gerekli yatırımları yapabilir mi? Yeni hatlar
açabilir mi? Artan nüfusun ihtiyacını karşılayabilir mi? Yoksa “benden bu
kadar kardeşim, ben sizin devlet babanız mıyım, gerisi beni ilgilendirmez
deyip milleti körfezden dolandırmaz mı?
- “Rakip bir firmanın faaliyete başlaması halinde, İstanbul’un ulaşım
sistemini yeniden yapılandırmayla ilgili planları tekrar gözden
geçirebiliriz”diyor.
Bunun anlamı, bana bu tekel hakkını tanımazsanız, ben liberalizm falan
anlamam, bu denizlerde bir başkasının daha serbest ticaret yapmasına imkan
verirseniz… demesi bu işi ancak bir tekel olursa yaparım; zaten işe
girerken anladığım da buydu demek değil midir?
Aynı cümlesinin devamında “İstanbul’un ulaşım sistemini yeniden
yapılandırma ile ilgili planları” gözden geçirebileceklerini söylerken;
bir düşünün bakalım ey İstanbullular; bu şehrin deniz ulaşım planları
hakkında İstanbul’u en iyi ben idare ederim diye ortaya çıkan Sayın Topbaş
mı yoksa “İstanbul’un ulaşım planlarını değiştirebiliriz” diyen İskoçyalı
Bay Souther mi fiili söz sahibidir?
Bunu mesela önümüzdeki seçimlerde -aday olacaksa- bir punduna getirip
Sayın Topbaş’a sorar mısınız?
- “Firmanın aynı hat üzerinde zararına devam ettirdiği bazı hizmetleri
vermeyi bırakabileceği yönünde uyarısı”na bir bakın.
Zararına devam ediyor dediği iç hatlarda ben hizmet vermem demek,
Belediye’nin “özelleştiriyoruz-güzelleştiriyoruz” dediği deniz
taşımacılığını bırakma yani aslında İstanbulluyu denizin ortasında bırakma
“uyarısı” değil midir? Bunun ayıbı bize ve tabii en başta bu işi başımıza
saranlara en büyük zul değil midir? Lozanda İsmet Paşa bunun için mi
kabotaj kavgası vermiştir, Cumhuriyet 1923 yılından bu yana böyle bir
“uyarı” ile “te’dip” edilmek (edebe davet edilmek) için mi canını dişine
takıp bu kamu varlıklarını meydana getirmiştir? Son yıllarda kalkınan
ekonomimizin, “büyük devlet” iddiamızın bu durumla bağdaştırılabilir bir
yanı olabilir mi?
Haydi adamın ticaretine taş kondu, kendine göre bunları söylemekte haklı,
öfkesini yenemedi. Peki ya bir de “malı alırken yağlım ballım olduğu”
İstanbul Belediyesi için söyledikleri yenilir yutulur mu?
Ne diyor İskoçyalı?
-“İstanbul Belediyesi tarafından verilen belgelere inanmak istiyoruz”
Yani “Bana verilen belgeler var ama onlara da pek güvenemiyorum” demeye
getiriyor.
Ya buna ne demeli?
Nedir bu inandırıcı sanılan ama sonradan endişe yaratan belgeler?
Bu son söylediği de tek başına “zul” değil mi bu işleri inatla,
kararlılıkla başımıza saranlar için?
Biz bu işi başından beri farkettik, itiraz ettik, televizyonlarda, köşe
yazılarında anlattık.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinde genel görüşme istedik, önergemiz
okunmadan reddedildi.
Dinleyin, bu yanlışı söylemek görevimizdir dedik,
Dinlemiyorsunuz ama yazacağız bari okuyun dedik.
Dinletemedik, belki okutamadık bile ama üzerimize düşeni yaptık.
Maalesef haklı da çıktık.
Bakalım şimdi bu işi başımıza saranlar işin içinden nasıl çıkacaklar?
Bir vesile ile İstanbulluların huzuruna çıkarlar ya da çıkartılırlarsa bu
işlerin cevabını nasıl verecekler.
|
|