Yerinden yönetimin fazileti ve
“Sen nasıl olmasını istiyorsan patron?”


Hikâyeyi muhasebeciler için “uydurmuşlar” ama aslına bakılırsa günümüzün demokrasi tartışmalarına daha çok uyuyor.
Bu günlerde bir adamın “ne kadar da demokrasi merakında olduğu”nu anlamanın yolu aşağıdaki şu soruyu sormak olabilir mi:
-“Söyle bakalım yerinden yönetimleri güçlendirirsek demokrasi gelişir mi?”
Cevap:
-Efendim yerel yönetimler ne kadar güçlenirse demokrasi de o kadar gelişir! Hele bunları bir de 29 eyalete falan ayır, her eyalet kendi bacağından asılır hale gelsin… Vallahi o demokrasinin tadına doyum olmaz da birileri taa büyük denizlerin ötesinden bizi öpüp öpüp kutlamaya gelir.
Doğru mudur?
-Önce bir fıkra anlatalım, sonra düşüncemizi söyleyelim.
Şirkete muhasebeci alınacak; “patron” adaylara soruyor:
-Söyle bakalım, iki kere iki kaç eder?
-Dört
-Olmadı, siz çıkabilirsiniz; bir sonraki aday gelsin!
Birinci, ikincisi, üçüncüsü… deyip adayların çoğu bu şekilde reddedilirken durumun inceliğini kavrayan uyanığın biri aynı soruya şöyle cevap verdiği için hemen işe kabul edilir:
-“Sen kaç etmesini uygun görürsün patron?”

*
Galiba bu günün koşullarında bizim yerel yönetimler ve demokrasi tartışmamız da aynı mantıkla yürütülüyor.
İktidarın”yerel yönetimlerle gelip yerel yönetimlerle gittiğin”i iyi bilen Hükümet, içine düştüğü “iktidar yorgunluğu"nun önümüzdeki seçimlerde başına iş açmaması için yukarıdaki mantıktan hareketle, doğruları işine geldiği gibi tarif ederek bazı “demokratik” düzenlemeler yapmaya çalışıyor:
1.Büyük şehir tanımını değiştirerek sınırlarını il sınırı olarak belirliyor.
2.Türkiye’deki büyükşehir belediyesi sayısını artırıyor.
Ayrıca, bu hesaba göre eyalet sistemini “andıran” bir biçimde buralardaki il genel meclisleri ile Büyükşehir belediye meclisleri birleştirilerek adeta “yerel parlamento”lar oluşturuluyor, Büyükşehir belediye başkanları illerindeki en etkili yönetici olarak; her türlü memur atamaları başta olmak üzere çeşitli konularda tek söz sahibi oluyor falan…
İlçe belediyeleri de neredeyse büyük şehir belediyesinin bünyesindeki birer hizmet birimi haline getiriliyor.
-Peki ya Merkezi idare? Yani bizim dilimizle “Ankara” dediğimize ne oluyor?
-Eh bu yetki tahterevallisinde yerel yönetimler ağırlık kazanınca doğal olarak Ankara’nın işleri de “hafifliyor” sonuçta. Çünkü bir memuru örneğin Diyarbakır ya da İstanbul eyaleti tayin edince belli ki Ankara bir şey diyemeyecek.
*
Diyelim ki siz namusunuzdan ve yurtseverliğinizden kimsenin endişe duymadığı kadar sıkı bir sosyal demokratsınız ve hayatınız boyunca yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi fikrine inanmış, hep onu savunmuşsunuz.
“Demokrasi” dediğin yerel yönetimlerde başlar demişsiniz…
Peki şimdi böyle bir durumda ne yaparsınız?
Fıkradaki işi yakalayamayan muhasebeci adayları gibi siz de “evet bize öğrettikleri budur; iki kere iki dört eder” deyip sonunda çırak mı çıkarsınız yoksa “patron”un ve hatta “en büyük büyük patron”un kaç etmesini istediğini fark edip ona göre bir tavır mı alırsınız?

*
Türkiye Cumhuriyeti, şu iki nedenden dolayı “etnisiteler” yani soy-sop açısından hayli zengin topraklar üzerinde kurulmuştur.
Birincisi; iki büyük kıta, Asya ile Avrupa arasında önemli bir köprü olduğu için üzerinde pek çok etnisitenin “izleri” vardır.
İkincisi, geniş toprakları üç kıtaya uzanan Osmanlı, bir imparatorluk olarak pek çok milleti bünyesinde barındırırken, bu farklı milletler “çöküş”ten sonra “daha dar bir alanda” yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin “halk”ını oluşturmuştur.
Mustafa Kemal, bu coğrafyası küçülmüş ama etnisitesi oldukça zengin imparatorluk bakiyesini yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin “halk”ı olarak bir araya getirme başarısını gösterirken; bunu bir türlü hazmedemeyen ve gözleri hala bu topraklarda olanlar ise bu etnisite farklılıklarını kullanarak kendi hesaplarına uyacak bir şeyler yapma gayretinden bir türlü vazgeçememişlerdir.

*
Seçim bölgesi daraldıkça insanların siyasete ilgisinin arttığı, yönetime daha fazla ilgi gösterdiği görüşüne biz de katılırız ama; genelde Ortadoğu diye anılan bu bölgede bir büyük patron etnisiteleri kullanarak devletleri adım adım şekillendirme projeleri uygularken bizlerin siyasi bir saflıkla “evet kuvvetli bir merkezi yönetim” yerine “eyalet” ya da “vilayet” bazında bazı yönetimler kurup onların “bu kurtlar sofrasında” büyük ölçüde kendi kendilerini yönetmesine, yani uygulamada merkezi hükümetin bunları biraz daha “boşlamasına” evet demek çok da akıllıca olmasa gerektir.
Hele bu ülkede kaşınan bir etnisite varken; o etnisite bölgenin durumu çok da sağlam görünmeyen diğer üç ülkesine de dağılmış ve oralarda da aynı nedenlerle “kaşınırken”; hatta zaman zaman “işte gelecekteki haritalarınız” diye ap-açık hedefler gösterilirken.

*

Siyaset, bir “zamanlama sanatı”dır diye de tanımlanır.
Bununla şu anlatılmak istenir:
Bazı şeylerin doğru olması yetmez: onun doğru olup olmadığı –aynen doğru söylemekle birlikte işe alınmayan muhasebeci esprisinde olduğu gibi- doğrular da ancak “doğru zamanlarda” teslim edilmelidir.

Dolayısıyla; yerel yönetimlerin güçlendirilmesi düşüncesine “tamam” da; ulusal bütünlüğün sıkıntıda olduğu, etrafında akbabaların dolaştığı bir dönemde bu konuda saflık etmenin “demokrasi”ye hizmet ediyorum diye birilerinin çıkarına hizmet etmek olup olmadığı her aklı başında yurttaş tarafından iyi düşünülmelidir.
Malum; haritada Türkiye’nin yerini bile doğru dürüst gösteremeyen birileri, bu bölgede Türkiye kadar da bilemedikleri çevre ülkelerin insanlarına “sözüm ona” ilgi duyup kendilerine “demokrasi” getirmek bahanesiyle geçtiğimiz günlerde az kafa-göz yarmamışlardır.
-“Yok canım, o kadar da korkacak bir şey yok” diyenler mi var?
Onlara, bir elindeki telefonla bizim memleketle demokrasi muhabbeti yaparken diğer elinde beyzbol sopası sallayarak resim çektiren “baş demokrat” patronu hatırlatıp kendilerine demokrasi getirilmiş komşuların şimdiki “demokrasi sonrası” hallerini gözden uzak tutmamalarını öneririm.