|
|
Küçük balıklar, büyük balıklar ve daha büyük balıklar
Üzerinde yaşadığımız Dünya’nın zamanla önemli değişimler geçirdiğini
biliyorsunuzdur. Tabii bu arada denizlerin de…
Aşağıdakiler, işte onunla ilgili küçük bir masal.
Dünyanın bir döneminde, memleketin birinin, bütün kıyıları kendi sınırları
içinde olan bir iç denizi varmış.
Bu deniz; deniz olmasına denizmiş de, öyle okyanuslarla falan boy
ölçüşecek gibi değil…
Eni belli, boyu belli, derinliği belli…
Hatta oranın biraz büyükçe balıkları onun için bu deniz bize dar geliyor,
büyüyemiyoruz; biraz sığ bile derlermiş.
Her yerde olduğu gibi o denizin de kendine göre bir doğal dengesi varmış.
Orada da büyük balıklar küçük balıklarla, küçük balıklar daha küçük
balıklarla, en küçük balıklar da neredeyse göze bile görünmeyen, hatta
kendilerinin bile “acaba biz de şu balıklar gibi birer canlı yaratık mıyız
yoksa ot mu?” dedikleri planktonları yer geçinirlermiş.
Planktonları bilirsiniz.
Büyük balıklar onları ne görebilir ne de yiyebilirler ama planktonlar
olmadığı zaman büyük balıkların da beslenemeyeceğini, dolayısıyla
planktonlar olmadan birer büyük balık olamayacaklarını hiç düşünmüş
müydünüz?
Olamazlar, çünkü büyük balıklar küçük balıkları yiyerek büyürken küçük
balıklar daha küçük balıkları, daha küçük balıklar da bu planktonları
yiyerek büyürler.
Dolayısıyla en büyük balıkların beslenip hayatta kalabilmesi için o kendi
gözlerinin bile göremediği küçücük planktonlara ihtiyacı vardır.
*
İşte o iç denizde hayat böyle kendi düzeninde devam ederken –masal bu
ya- buranın büyük balıkları iç denizin kendilerine artık dar geldiğini
düşünüp genişletmesi için bir gün –bir kaçı müstesna- doğruca
denizlerin tanrısı “Poseidon”a başvurmazlar mı?
Tanrı Poseidon bu.
Aklına yattı mı yapar…
Bir de bakmışlar ki; o saatte yerkürede büyük bir deprem olup iç deniz ile
büyük denizlerin arasındaki topraklar büyük gümbürtülerle aşağıya doğru
göçmüş ve bizimkilerin iç denizi bir anda büyük denizlerle birleşivermiş!
*
Dikkat ettiyseniz, nehirlerin kendisine dökülen tatlı suyundan fazlaca
etkilendiği için iç denizlerin suyu büyük denizlere göre daha az tuzludur.
İşte bu nedenle de büyük denizlerle birleşen bizim denizde ilk değişiklik
suyun tadının değişmesi, yani tuzunun artması olmuş.
Planktonlar ağzını yüzünü buruşturup kendi dillerinde “artık suyun da tadı
kaçtı” demeye, sızlanmaya başlamışlar.
Güçsüz olan o küçücük balıklar sıkıntıya düşmüşler, “bu sular bizi bozar
ama yapabileceğimiz bir şey yok” falan deyip yeni koşullara ayak uydurmaya
çalışmışlar.
O bizim büyük balıklar var ya o büyük balıklar; işte onlar pek
dertlenmemiş “zaten büyük balığa büyük denizler gerekti” deyip tam aksine
bu durum karşısında keyiflenmeye başlamışlar.
*
Öyle ya, artık o eski iç denizin içinde dört dönüp buraları bize dar
geliyor demek yok, canı isteyen okyanusu aşıp dünyanın taa öbür
taraflarına gidip gelebilecek falan…
Denizlerin tanrısı da kendilerinden yana.
Yemlenmeleri kolaylaşmış.
Artık kendi iç denizlerinin küçük balıklarını kovalamaktansa
istediklerinde açık denizlere açılıp, karınlarını oralardaki değişik
lezzetlerdeki balıklarla doyurabileceklerini düşünüyorlarmış.
“Mış” diyorum.
Çünkü o ilk günler geçtikten sonra hepsi için işler değişmeye, hatta
tersine dönmeye başlamış.
Meğerse denizler birleşince iki denizin düzeni de birleşmek ve “tek düzen”
olmak zorundaymış.
Başlangıçta hiç öyle görünmese de önce bu ortama uyum sağlayamayan
planktonlar azalmaya başlamış, sonra da onlarla beslenen en küçük
balıklar.
Bu durum bir ara küçük balıklardan büyük ama büyük balıklardan küçük
boydaki “ortanca” balıkların epeyce semirmesine, keyiflenmesine yaramış.
Nedeni de şu: yaşam koşulları değişen küçük balıklar güçsüz kalıp
ortalarda şaşkın şaşkın dolaşmaya başlayınca ortanca balıklar her
ağızlarını açışlarında zahmetsizce bunlardan bir kaçını yutar, yuttukça da
yağlanırlar, “aman bu iş hayırlara vesile oldu” derlermiş.
Bu onlar için iyiymiş, hoşmuş da küçük balıkların giderek tükenmekte
olduklarını, bir gün onları da bulamayacaklarını bilemedikleri için o
ortanca balıklar o günlerde hiç de dertlenmezlermiş.
Kötü günler çabuk gelmiş.
Önce planktonlar tükenmiş, ardından küçük balıklar kaybolmuş, sonra da
onlarla geçinen o tombullaşmış ortanca balıklar.
İç denizin büyük balıkları bu durumda ne yapsınlar?
Ne yapacaklar ki?
Artık iç deniz bereketinin kaçtığı, o kendilerinden küçük eski balıkların
yok olup yerlerine bol miktarda ne tarafa gidecekleri belli olmayan
yengeçlerin, sümüklü salyangozların, kafadan bacaklı ahtapotların kol
gezdiği sularda eski hayat kalmayınca mecburen vurmuşlar kendilerini engin
sulara.
Denizlerin düzeni malum:
Büyük denizlerin balıkları da büyük olur.
Örneğin “Kaşalot”ları duymuşsunuzdur.
İç denizin büyük dediğimiz balıkları meğerse büyük denizlere çıkınca
oralar için birer “küçük balık” olduklarını görmemişler mi?
Bir de bakmışlar ki kendileri için bu büyük denizlerin amanı yok.
Bırakalım bir kenarda nazlı nazlı gezinmeyi, karnını doyurmak için biraz
ortaya çıksalar hemen bir kaçı büyük denizlerin büyük balıkları tarafından
iştahla yutuluveriyormuş.
Diyeceksiniz ki, eh onlar da kendi iç denizlerinde dolaşıp kuyruklarını
kurtarmaya baksınlar…
Bir işe yaramıyor ki; birincisi, iç denizde artık öyle dişe dokunacak
kadar küçük balık kalmamışmış. Olanları yakalayalım derken bazen kendileri
de o eski iç denizlerinde bile büyük denizlerden gelen büyük balıklara yem
olabiliyorlarmış.
İç deniz işte böyle, büyük deniz zaten büyük tehlike…
Böylece, bir zamanlar büyüklükleriyle böbürlenip gezenler şimdi daha büyük
denizlerin küçük ve yemlik balıkları haline gelmişler.
*
Şimdi zaman zaman daha büyük balıklara görünmeden kendi aralarında görüşüp
nedir bu bizim başımıza gelen deyip dertleniyorlarmış ama ne çare.
“Poseidon” öyle zırt-pırt kendisinden her isteneni yerine
getirmezmiş.
Bir kere şans verirmiş..
Onun da kendine göre bir temel düzeni varmış.
Dolayısıyla iki denizin yeniden birbirinden ayrılması ya da bizim
büyüklerin, büyük denizin büyükleri tarafından yutulmasına engel olunması
bu saatten sonra pek mümkün değilmiş, yoksa denizlerinin bütün düzeni
altüst olurmuş.
Üstelik bizimkileri bir de azarlamış: “Siz nasıl olur da benim
denizlerimin kurallarını bilemezsiniz, o kurallarıma iç denizinizde
sesinizi çıkarmazdınız şimdi neden karşı çıkıyorsunuz” demiş.
Düzen işte o gün bugündür artık o düzen.
|
|