|
|
İDO konusunda
yapılmış 10 ciddi yanlış hakkında tarihe not
1.İDO’nun
özelleştirilmesi kararı yanlıştı.
Bu yanlışın tartışılması için İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi CHP
Grubu adına Bülent Soylan’ın hazırladığı, altında 100’ün üzerinde CHP
Meclis Üyesinin imzası bulunan sekiz sayfalık genel görüşme önergesi
oturumu idare eden AKP’li Meclis Başkan Vekili tarafından uzun bulunarak
okunmasına dahi gerek görülmedi. Başkan Vekili önergeyi özetlemek adına
ilk yarım sayfalık “giriş” kısmını okuduktan sonra görüşülüp
görüşülmeyeceği konusunu Genel Kurul’un oyuna sundu.
Önergede ne yazılı olduğu dahi okunmadan AKP’li meclis üyelerinin
oylarıyla bu genel görüşme önergesi reddedildi.
(Bu olay İBB Meclis tutanaklarında kayıtlıdır, metni merak edenler bunu
bizden isteyebilirler.)
2.İDO’nun satışı hakkında hiçbir kuruma danışılmamış, görüşü alınmamıştır.
İBB Başkanı Sayın Topbaş’a İDO’nun satılması konusunda Büyükşehir Belediye
Meclisi’nde CHP’li üyeler Serdar Bayraktar ve Hakkı Sağlam tarafından
yazılı olarak sorulan soru ve buna verilen yazılı cevap şöyledir:
“…
Soru:
“İDO’nun satış süreci başlangıcından evvel sendika, oda, siyasi partiler
ve diğer kurumlardan kimlerden görüş ve öneri alınmıştır ?”
Cevap:
“Şirketin özelleştirme süreci ile ilgili olarak herhangi kurum/kuruluştan
görüş ya da öneri alınması söz konusu değildir. 4046 Sayılı Kanun’un 46.
Maddesine göre belediyelerde özelleştirme işlemlerinin, yetkili karar
organları tarafından belirlenerek yürütülmeleri gerekir. ..İDO hisseleri,
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 18.9.2009 tarih ve 1461 sayılı
kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınmış…”
(Bu cevap yazısı İBB Başkanı Kadir Topbaş adı açıldıktan sonra yerine
16.5.2011 tarihi atılarak Başkan Vekili tarafından imzalanarak
gönderilmiştir. Cevap yazısının tamamı İBB arşivlerinde ve bizde
mevcuttur)
3.İDO’nun satış
gerekçesini İBB Başkanı Sayın Topbaş “A Haber” televizyonunda yayınlanan
programda “Yükünü daha fazla taşıyamazdık… ciddi maliyetler getiriyordu”
şeklinde açıklamaktadır. Oysa Sayın Başkan 26.7.2009 tarihinde Sabah
Gazetesi’nde yer alan demecinde şöyle diyordu: “Şirketlerin gücünü,
başarısını ve kalitesini biliyoruz. Değerlendirme yapıyoruz. İstediğimiz
bedeli bulmadığımız takdirde İDO ve İGDAŞ'ı satmayız. İyi bir fiyat
verilmediği takdirde vermeyiz.''
İDO’nun özelleştirme öncesi ve sonrasındaki genel müdürü Ahmet Aksoy’un bu
konuda basında yer alan demeci de aynı şekildedir: “İDO hizmet üreten,
karlı, başarılı, alanında marka olan ve marka değeri yükselmekte olan bir
şirket.”
4.İDO, satış
sürecine girdiği günlerde bile İBB “elden çıkarma” ekonomisi gütmemiş,
aksine büyüme eğilimi göstermiştir.
Nitekim satış ihalesi 11 gün sonra yapılacak iken, son teklif alma
gününden sadece iki gün önce İDO, İBB’nin bir ihalesine katılarak
Yakuplu’da 76.302 m2 arazinin 30 yıllık kullanım hakkını almıştır.
Aynı İDO, sözde maddi yükünün daha fazla taşınamadığı için bakalım son
yıllarda yeni yatırımlara girme konusunda ne kadar istekli olmuş:
-Kasım 2008'de, DAMEN tarafından Çin'de inşaa edilen Double-Ended tipi
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman hızlı feribotları İDO
filosuna katıldı.
-Aralık 2008'de, İstanbullular'ın seçtiği Model 4 vapurlarından ilki olan
Fatih vapuru hizmete alınmıştır.
-Mart 2009'da, Model 4 vapurlarından ikincisi olan Kadıköy vapuru hizmete
girmiştir.
-Mayıs 2009'da, Model 4 vapurlarından üçüncüsü olan Beyoğlu vapuru
hizmete girmiştir.
Kısaca söylersek; 2007 Martından itibaren 15 yeni gemiyi daha filoya
katmıştır.
Sayın Genel
Müdür başarıyı ve genişlemeyi şöyle anlatıyor:
“Ro-Ro projesi
ile kamyonların İstanbul'a girmeden Ambarlı çıkışından direkt denizyolu
ile Bursa'ya taşınması öngörülüyor. Bu proje ile amaç, İstanbul'un köprü
trafiğine alternatif ulaşım yollarını genişletmek. Bağlantı yolları, depo
alanları gerekiyor. Bu bize 300 milyon Euro maliyet getirecek. Bu kapsamda
4 gemi yapılacak ve günde 4 bin araç taşıyacağız. (16 Aralık 2007-Star)
Sayın
Topbaş’ın o dönemlerdeki bir demeci de şöyle:
“Denizde, çok daha hızlı sefer yapacak gemiler getireceğiz’ dedik.
Bu, ‘eski gemiler satılacak’ şeklinde anlaşıldı. ‘Eski gemileri satacağız’
demedik. Bir anket yaptık, vatandaşın isteğine göre 5 gemi siparişi
verdik. Bu rakamı 20’ye çıkaracağız.” (25 Nisan 2008-Milliyet)
5.İDO’nun özel sektöre satışı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “deniz
taşımacılığında üstlendiği yük”ü hafifletmemiş, aksine artırmıştır.
Çünkü İDO satılırken, içindeki nisbeten yaşlı ve Sayın Başkan’ın deyimi
ile aralarında “jilet olmaktan kurtarılanların” da bulunduğu “külfet
olabilecek” vapurlar İDO’dan ayrılmış ve şimdi belediyenin malı olan Şehir
Hatları A.Ş eliyle işletilmeye başlanmıştır.
Bir işletmenin genç ve randımanı yüksek vapurlarının satılıp verimi düşmüş
eski vapurlarla işletmeciliğin sürdürülmesi olayı belediye bütçesindeki
yükün “hafifletilmesi” değil, tam aksine “ağırlaştırılması”dır.
6.Belediyeler, ellerindeki vapurlarını satmak zorunda kalsa bile belde
halkının ulaşım işini özel sektörün kar hevesine bırakamaz. Ancak İDO’nun
satışı ile birlikte bu sorumluluk gözardı edilmiştir.
Şöyle ki:
-İBB, kendisine bir külfet yüklemediği, aksine karlı olduğu yukarıdaki
kendi beyanlarıyla sabit olan İDO işletmesini elden çıkarmakla halka
sunduğu kamu hizmetini daraltmış, onları amacı tabii ki para kazanmak olan
yerli ve yabancı ortaklığında kurulmuş bir yatırımcı şirkete “müşteri”
haline getirmiştir.
-Bu özelleştirmenin hem “yabancılaştırma”, hem “ticarileştirme” ve hem de
“tekelleştirme” sonucu verdiği açıktır. Bu nedenledir ki, başta İstanbul,
Yalova, Bursa halkı olmak üzere bu “hizmetten” yararlanması gereken
milyonlarca yurttaş; bu gün piyasada tamamen ticari esaslarda alışverişi
yapılan hiçbir mal ya da hizmete “sen bu malı ya da hizmeti neden pahalı
satıyorsun” diye itiraz etmezken İDO’nun işletmecilik anlayışına ve
fiyatlarına ateş püskürmektedir.
Halkın hatta AKP’li Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin, Bursa Sanayi ve
Ticaret Odası’nın, Taksiciler Derneğinin, siyasi partilerin yani
“kamu”nun tepki ve arayışları, resmi otoriter bu yanlışı görmezden gelse
de, ortadaki “tekel” gerçeği ve tekelci uygulamalarla karşı karşıya
kalmalarındandır.
7.İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bazı deniz araçlarının sahibi değildir
ama onların uygulayabilecekleri “tarife”nin tartışmasız sahibi ve tek
sorumlusudur. Belde sınırları içinde başlayıp biten yolcu
taşımacılıklarında; taksi, dolmuş, minibüs, deniz motoru ve benzeri hiçbir
araç sahibi, o belde belediyesin onaylamadığı bir ücret tarifesini
uygulayamaz. Yani hiçbir işletme “araç benim, istediğim gibi taşırım,
beğenmeyen binmesin” diyemez.
Mevzuatımızda “tarifenin patronu” Büyükşehir Belediye Başkanıdır.
Belediyeler bu görevlerini kısa adı UKOME olan kurum eliyle yaparlar.
Bu “tarife izni veren kurum”un başkanı Büyükşehir Belediye Başkanı veya
onun adına görev yapan vekilidir.
“liberal piyasa ekonomisi” rejiminde dahi bu tarifenin kamu eline
bırakılmasının nedeni, halkın ve özellikle korunması gereken alt gelir
guruplarının mağdur olmamasıdır. Bu nedenle tarifelerdeki her artış talep
ve kararının mutlaka yakıt fiyatı, enflasyon gibi makul nedenlere ve bir
hesaplamaya dayanması gerekir.
İDO ihalesinin üzerinden henüz 7 ay, satışın kesinleşmesinin üzerinden
ancak 5 ay geçmişken alıcı ortaklar İstanbul Büyükşehir Belediyesine büyük
bir zammı onaylatmışlardır. “Yoğun saatler” adı altında, özellikle de asıl
korunacak olan “çalışan”ların işe gidiş ve geliş saatlerinde yapılan ve
son olarak Belediye Başkanı Kadir Topbaşın doğrudan veya vekili eliyle
verdiği onayı ile yürürlüğe giren; otomobilde % 30,7 Jeepte %130,
minibüste %41, kamyonda %81,8 gibi böylesi yüksek zamlar o dönemde yüzde
5-6’yı aşmayan enflasyon ve yakıt fiyat farkı karşısında acaba hangi
matematiğe ya da hesaba dayanmaktadır?
Bunun hesabını her zaman ve her ortamda tekrar tekrar sormak halkın hakkı,
her sorulduğunda vermek de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının bu
halka olan borcudur.
Ancak Sayın Başkan yukarıda sözü edilen televizyon programında kendisine
sorulması üzerine: tarifelerin her zaman serbestçe belirlendiği gibi bir
algı yaratarak en azından İstanbul için kendi tarife sorumluluğunu göz
ardı etmiş “Artık özel sektör kendi tarifesini uyguluyor…” demiş ve bu
tarifeyi “İETT zarar ediyor ama özel sektör zarar etmek istemez” diyerek
savunmuştur.
8. Devlet, tarifeyi düzenlemekten de öte, halkın deniz yolunu kullanarak
daha ucuza seyahat edebilmesi için toplu taşımacılık yapanlara ve
dolayısıyla İDO’ya ÖTV’siz ucuz yakıt vermekte iken, bunu alan İDO’nun
halktan giderek yüksek bilet ücretleri talep ederek “teşvikli yakıtın”
kullanımı sırasında kendisini serbest piyasacı hissetmesi, bu teşvikin
veriliş amacına ters düşmektedir. Hükümet bu teşvikin amacıyla ters düşen
mevcut uygulamayı göz önünde tutarak yeni bir değerlendirme yapmalı,
özellikle fiyatını takip etmediği dış hatlardaki yakıt teşviki kararını
gözden geçirmelidir. Aksi halde, halkın ekmeği için buğday üretene
vermediğiniz teşviki kendisini serbest piyasa şartlarında hatta tekelci
gören bir işletmeye vererek haksızlık etmiş olursunuz. O zaman bu haksız
teşvikin adı doğrudan “kamu zararı” olur.
9.Konu, 815 Sayılı Kabotaj Kanunu’nun 2. Maddesinin “seyrüsefer ve
nakliyat icra etmek suretleriyle ticaret hakkı Türkiye tebaasına
münhasırdır.” Hükmü karşısında değerlendirildiğinde İDO’nun yabancı
ortaklı olarak işletmecilik yapması mümkün görülmemektedir.
Kabotaj Kanunu dikkatle incelendiğinde, görülecektir ki bir geminin
sahipliliği ile onun işletmeciliğini iki ayrı maddede ve ayrı ayrı
düzenlemiştir.
Aradaki ayrım bazı yüksek mahkeme kararlarında da vurgulanmıştır.
Bu konu İDO özelleştirilmesinin basında tartışıldığı ilk günlerde bizzat
bu satışla görevli uzmanlarca bir “sakınca” olarak görülmüş, ancak
“kabotaj konusu alıcının sorunudur” denmiştir.
Bu “sorun”un aşılıp aşılmadığı, aşıldıysa nasıl aşıldığının izlenmesi ve
gerektiğinde yasada yer alan müeyyidelerin uygulanması elbette bu gün ve
bundan sonrasında da ilgili kurumların takip sorumluluğu altındadır.
10. İDO’nun satışı ve bu gün tartışılan satış sonrası faaliyetleri,
Rekabet Kurumu’nun görev ve sorumluluk alanındadır. Kurum geçmişte bu
özelleştirmede bir tekel yaratılmadığı görüşüyle satışa onay vermişse de
bu gün görülen uygulama ve halkın yaygın tepkisi, bu kararın çok da
isabetli olmadığını, ortada fiili bir tekel olduğunu göstermiştir.
İşin daha da ilginci, İDO’nun üç ortağından birinin tepe yöneticisi,
tepkiler dolayısıyla 30.6.2012 tarihli Sabah Gazetesinde yayınlanan
demecinde “ Havalimanında kamu-özel sektör ortaklığı var. İDO ise
özelleştirme. “Bu ticarileşme tekelleşmeden dolayı” ful bir özgürlük
olmamalı. Arz ile talebin bir dengesi var. Bu iyi ayarlanmalı" diyerek
Rekabet Kurumu’nu açıkça mahcup etmektedir.
Bu durumun, bir “hukuk devletinde” elbette ki birilerinin mahcubiyetini
aşan bir ciddiyetle takibetmek ve “gereğini yapmak” durumunda olduğunu da
burada tarihe not düşmüş olalım.
Tüm halkımızın 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlu olsun.
Bülent SOYLAN , 1 Temmuz 2012
|
|