En iyisi televizyon haberlerini eller cepte iken dinlemek


Geçtiğimiz günlerden birinde İstanbul Gazeteciler Derneği’nin ödül törenine konuk oldum.
Dernek, “Babıali’de 50. Altın Yıl” diye adlandırdığı bu törende, meslekte 50 yılı devirmiş gazetecilere birer plaket verdi.

Şimdi sokağa çıkıp insanlara “Haydi söyleyin bakalım Babıali (Bab-ı  ali) ne demek?”  diye sorsalar; belki de yolu sıkça düştüğü için arada bir Cağaloğlu yokuşundan inip çıkanlarla “yaşı müsait” olanlar dışında “Babıali” adını pek çok  kimse hatırlayamaz.
İşte “zaman”ın bu acımasız değişimine rağmen bu gün 50 altın yılını “oraya” ve orada “mesleğe” vermiş olanların bir plaketle dahi olsa, bir kere daha onurlandırılması ne kadar vefalı bir davranış değil mi?
*
O gün kendisine plaket verilenlerden biri de bir zamanların ünlü spor spikeri Orhan Ayhan’dı.
Duayen spor adamı, adı okunduğunda sanki o elli yılın içinden süzülüp gelircesine sahneye çıktı ve ödülünü aldı. Kısa bir teşekkürden sonra da oturmakta olduğu Kınalıada’nın vapuruna yetişmek, daha doğrusu “son vapuru” kaçırmamak üzere koşar adımlarla salondan çıktı.
Bu kimsenin kimseyi tanımasına imkân kalmayan koca kentteki kalabalığın arasına “herhangi biri” olarak karıştı gitti…

*

Çocukluk yıllarımdan hatırlarım; biz Orhan Ayhan’ı radyoda futbol maçı anlatırken tanıdık.
Sonra ondan Türkiye’nin o zamanlardaki tek profesyonel boksörü olduğunu öğrendiğim “Garbis Zakaryan” ın boks maçlarını dinlediğimi de hatırlıyorum.
Biz o tarihlerde maçta ne olduğunu sadece spikerin anlattığı kadarıyla gözlerimizin önüne getirebilirdik.
Bu sözünü ettiğim günlerde tabii ki henüz televizyon yoktu.
“Hayır, vardı” demek gerekirse belki de ancak şu kadarı söylenebilir:
İstanbul Teknik Üniversitesi, kendi stüdyosundan haftada birkaç saat kadar siyah beyaz deneme yayını yapar, biz de çocuk-yaşlı bütün mahalle, televizyonu olan çok nadir evlerden birinde toplanır, perdeleri kapatır onu izlerdik.
Evet, perdeleri kapatır izlerdik çünkü o hayal meyal görüntülü yayın gün ışığında başka türlü kolay kolay seçilemezdi.

Ben Orhan Ayhan’ı işte o radyo günlerinden hatırlarım.
Sıcak sesi daha o tarihlerde kulaklarıma iyice sinmiş olmalı ki, aradan kaç on yıllar geçmiş olmasına karşın yine de unutmamışım.

Unutmadığım bir yönünü daha söylemeliyim.
Orhan Ayhan bizim göremediğimiz, neler olduğunu ancak ondan öğrenmeye çalıştığımız o boks maçlarını öyle bir anlatır, anlatırken bizim boksörün dövüş üstünlüğünü o kadar öne çıkarırdı ki, maçın sonlarına doğru biz kulağını radyoya yapıştırmış çocuk dinleyicileri “vurma adama bu kadar allah aşkına” dercesine neredeyse rakibe acır durumdayken bir de bakardık ki sonuçta bizim boksör nakavt olmuş.
Hakeme kızardık tabii.

***
Her nasılsa bu gün bir başka olay, o göremediğimiz için radyodaki sesten duyup hayal ettiğimiz boks maçlarını anımsattı bana.
Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek, 15 Haziran 2012 günü Anadolu Ajansına yaptığı açıklamalarda Mayıs ayı bütçe gerçekleşmelerini anlatıp, 2011 yılı Mayıs ayında 2,8 milyar lira fazla veren bütçenin, 2012 yılı Mayıs ayında “yüzde 61,8 oranında artışla” bu kez 4,6 milyar lira fazla verdiğini belirtmiş.
Aynı aylar itibarıyla da, vergi gelirleri yüzde 13,7 yükselerek 26,5 milyar lira; faiz hariç bütçe giderleri de yüzde 17,8 artarak 23,8 milyar lira olmuş.

Bunları duyan bir vatandaş olarak ne yaparsınız?
Hani bizim bir zamanlar gözümüzle göremeden, sadece anlatılana bakıp keyiflendiğimiz boks maçlarındaki gibi “işte olay bu” dercesine keyiflenirsiniz değil mi?
Öyle ya, Sayın Bakanın “anlattıklarının anlatıldığına” bakılırsa geçen mayısa kıyasla bu mayısta:
-Bütçe gelirimiz yüzde 61,8 oranında artmış,
-Vergi gelirleri yüzde 13,7 yükselmiş.

Nitekim kimi gazeteler de anlatılanları yine aynı “keyifle” başlığa taşımış:

“Bütçe mayısta 4,6 milyar fazla verdi”
“Gelişmeler cesaret verici”
“Bütçe yine fazla oldu”
“Bütçe mayısta fazla verdi”

Peki madem işler gerçekten bu kadar iyi de, neden o haberlerin ancak devamında aynı Sayın Bakanın “Haziran 2012 döneminde geçen yılki alacak yapılandırmasının peşinatının bu yıl olmayacak olmasıyla… Memur toplu sözleşmesinden gelecek birikimli yükün etkisiyle… bütçe dengesinde bozulmanın söz konusu olabileceğini bildirdiği”ni görüyoruz?

Önerim şu:
Rakamlardan her şeyi anlamayabilirsiniz.
“Cari açık”, “faiz dışı fazla”, “bütçe” ,”geçen yılın aynı ayına göre artış” aynen “Babıali” gibi çok kişinin günlük yaşamında pek de ilgilenmediği teknik tanımlar olabilir.
Bunda bir gariplik yok.
Bizim radyo günlerimizdeki gibi siz de bu günlerin “ekonomi maçları”nın gidişatını gazete başlıklarından, yandaş-candaş televizyonların öne çıkardığı rakamlarından öğrenmeye çalışıyor olabilirsiniz.
Aman dikkat edin; öyle gözünüzle görmediğinize inanıp hemen fazla havalara girmeyin.

Gerçi şimdi radyo günleri çok gerilerde kaldı, televizyon cam gibi ama…
Siz siz olun, yine de o anlatılanları, hele de ekonomi konusunda anlatılanları en azından “pamuk elleriniz kendi ceplerinizde iken” dinleyin.