|
|
Çok çocuk, kürtaj ve sezaryen
bir "büyük düşün"cenin sonucu mu?
Bu köşedeki yazılarımızı izleyenler bilirler.
Asıl olarak ekonomi, yerel yönetim, yolsuzluklar ve siyaset alanında diye
tanımlanabilecek konuları işlemeye çalışırız.
Okunur mu?
Meraklısı okur tabii.
Daha fazlası?
Daha fazlasının okuyabilmesi için yapılacak iş herhalde insanlarımızın
daha çok kişinin ilgilendiği konuları yani onların okumak istedikleri
şeyleri yazmak olmalıdır.
Bu günlerde insanların en çok ilgilendikleri konu “kürtaj” ve “sezaryen”.
Durumu epeyce sıkıntılı olan iktidar “değişiklik olsun diye” bu konuya
sarılınca yandaş medyamız da durumdan gereken “vazife”yi çıkardı ve
aslında bilim insanlarının tartışıp değerlendirmesi icabeden, hiçbir zaman
mahalle kahvelerindeki muhabbete kadar her yerde masaya yatırılmaması
gereken bu konu hem ayağa düştü hem de asıl tartışılması gereken pek çok
önemli konunun önüne geçirildi.
Toplumun önemli kesimi işi gücü bıraktı, şimdi siyaset sosuna
bandırılarak ortaya atılmış bu konuyu tartışıyor.
İşin enteresan tarafı, konu gündeme oturunca “Yahu bu konu maksatlıdır, bu
iş yanlıştır, her yerde ve her aklına gelenle tartışılamaz” demek zorunda
olanlar bile, en azından sırf bu yanlışlığı anlatabilmek için tartışmaya
girmek zorunda kaldılar.
Hani örneğin” sessizlik” isteyen birinin önce kuvvetli bir biçimde “susun
yahu” demek zorunda kalması gibi bir şey.
Dolayısıyla işe ucundan biz de bulaşıp yazımızın konusunu buradan seçtik.
***
Malum, devletimizin adındaki iki kelimeden birincisi “Türkiye” ise
ikincisi “Cumhuriyet”.
Görüldüğü gibi bu tanım - bırakın anayasayı bir yana- taa devletin adına
girmiştir.
İmparatorluk, krallık, sultanlık ya da padişahlık gibi “Cumhuriyet ” de
toplumun yönetilmesi konusunda geliştirilmiş bir rejimdir..
Bilirsiniz, “rejim” de “düzen”in fransızcasıdır.
Peki, nasıl bir rejim ya da düzen?
“Cumhuriyet düzeni, Cumhurbaşkanından başlar ve sade vatandaşına kadar
herkese bir yetki ve sorumluluk verir.
En tepedeki Cumhurbaşkanı devlet adına konuşur, yetki kullanır; en alt
kademedeki sade vatandaş ise kendi düşüncesine göre vereceği oyu ile bu
cumhuriyet yapısının ete kemiğe bürünmesini, şekillenmesini sağlar.
Bunun bir yönetim modeli olarak, üstelik zamanın en ileri modeli olarak
kabul görmesini sağlayan başlıca niteliği de şüphesiz bu işleyişte her
kademenin alt ve üst kademelerle olan ilişkilerinin olabildiğince dengeli
kurulmuş ve işletiliyor olmasıdır.
Bu model içinde örneğin başbakanlar da belirli konularda görev yapmak ve o
konunun sorumluluğunu taşımak üzere “bakan”larını seçer, sonra da onları
kontrol ve koordine ederler yani eşgüdüm içinde çalışmalarını sağlarlar.
Gerekirse, yani bakması gereken işe “bakan” değil “bakmayan” ya da
“bakamayan” olup beceremeyeni de değiştirirler.
Ama hiçbir zaman onun yerine “bakan” kişi olmazlar.
***
Toplum yönetiminde, insanların karınlarının nasıl doyacağını düşünmek
kadar sağlığını düşünmek de önem taşıdığından sırf bu işlere bakmak üzere
bir “bakan”lık kurulmuştur.
Dolayısıyla toplumun sağlık konusundaki ihtiyaçlarını izlemek, izlenen
politikaların doğru ve yanlış taraflarını irdeleyerek yeni politikalar
oluşturmak konusu, özellikle bu bakanlığın görev ve yetki alanına girer.
“Bakan”lık da bu işi hakkıyla yerine getirebilmek için çeşitli alt
birimler kurar. Buralarda bilim adamlarını görevlendirir, toplumun sağlığı
konusunda ciddi bilgiler, istatistikler oluşturulur, dünyadaki gelişmeler
izlenir ve bu konularla ilgili tartışmalı toplantılar yapılır; raporlar,
projeler hazırlanır.
Bu işleyiş biçimi dolayısıyla, şimdiki konular kamuoyu gündemine
geldiğinde insanlar da acaba ne diyor diye öncelikle bu işe “bakan”a
bakar.
Bu günkü durumda görülmektedir ki, toplumumuzda pek çok kişi bu konuda
işin aslı nedir diye hiç de ilgili “bakan”a bakmamakta, hatta aksine, bu
işin “bakan”ı da başkalarına bakmaktadır.
Demek ki; doğrusu şu ya da bu kabul edilebilse de, bu işin tartışması şu
anda “model”in normal işleyişinin dışına taşmış, hatta özellikle
“taşırılarak” gündeme sokulmak istenmiştir.
Yani “usulde bir yanlışlık peydah olmuştur”
Bir düşünelim bakalım: Olması gereken yerden değil de siyasetin odağından
başlatılan ve dolayısıyla tamamen siyasete bulanmış böyle ciddi bir
konunun toplum düzeni açısından sağlıklı ve objektif bir sonuca ulaşması
mümkün müdür?
Bunun mümkün olmadığı bilinmesine karşın, konunun kendi düzeni içinde
tartışılıp öyle ya da böyle bir sonuca bağlanması bu düzenin gereği
olmasına karşın şimdi yapılanlar aslında başka sıkıntıların varlığına
işaret etmekte değil midir?
Hayır, yine de doğrudan kamuoyunda tartışılması gerekir diyenlere soralım:
- Devletin resmi kurumu TÜİK’in açıkladığı rakamlar, Türkiye’de 12 milyon
97 bin kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığını ortaya koyuyor.
Acaba şu kadar aç ana ile bu kadar aç baba “tavsiyeye uyup” ha bire çocuk
yapmaya kalktığında bu politikanızla öncelikle “aç çocuk” sayınızı
arttırmış olur musunuz olmaz mısınız?
-Sosyal devletin amacı aç çocuk sayısını mı arttırmaktır, öncelikle mevcut
aç çocukları doyurmak mıdır?
-Bir ekonomi, karnı tok sırtı pek, iyi yetişmiş insanları ile mi güçlenir
yoksa yarı aç yarı tok ama ve iş olsa yaparım diyen insanlarıyla mı?
-Devletimiz şu andaki çocuk nüfusumuzu yeterince eğitmiş, beslemiş,
geleceğini garanti altına almış da “ah biraz daha çocuk olsa da elimizdeki
eğitim, sağlık, barındırma ve iş imkânları boşa gitmese” derdinde midir?
Yoksa özellikle doğu ve güneydoğuda sokaklar aç biilaç çocuk nüfusla mı
doludur?
-Acaba 10 milyon işsiz ana baba, tavsiyeye uyup bol bol çocuk yaptığında
onlardan kiminin bilet, kiminin su satması, kiminin ayakkabı boyaması ile
daha geniş bir gelire mi kavuşacaktır?
Son olarak bir de şunu soralım:
Acaba amaçlanan şey, bu çok ciddi ve ancak bilimsel olarak tartışılması
gereken konuyu siyasete bulandırılarak sunulduğu ve yandaş medya
tarafından pompalandığı için fark edemeyip “doğru” bulanların, yarı aç
yarı tok üçer beşer çoğalıp yarın seçmen olacak iken; buna karşı
çıkanların az çocukta direnmesiyle önümüzdeki yıllarda siyasi tabanın
“fikren” değil ama “doğum yoluyla” yapısının değiştirilmesi midir?
Malum, büyük devletler planlarını 20, 40, hatta 100 yıllık yaparlarmış.
Bu düşünce de bir “büyük düşünce” ürünü olup oralardan esinlenme midir?
|
|