İş yoğunluğu dolayısıyla mahkemeye gelememek
ve İstanbul’a saygı meselesi


Geçtiğimiz 13 Mayıs 2012 günü İstanbul 31. Asliye Ceza Mahkemesinde bize göre bütün Türkiye’yi ama en azından İstanbullu 15 milyon kişiyi yakından ilgilendiren bir duruşma vardı.
Ben Bülent Soylan ve halen İBB Meclis Üyesi olan Hakkı Sağlam arkadaşımız, 2009 yılında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir suç duyurusunda bulunmuş ve Hollanda’dan Phileas otobüslerin alımı işinde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle Sayın Topbaş’ın yargılanmasını istemiştik.
Sayın Başkan “işlerinin yoğunluğu” nedeniyle yapılan duruşmada bulunamadı.

Belediye başkanlarının, özellikle de iktidar partisine mensup belediye başkanlarının her hangi bir usulsüz işlemden dolayı yargılanmaları şimdiki mevzuatımıza ve içinde bulunduğumuz siyasi tabloya göre “hayli zor ve istisnai” bir durumdur.

Önce halkın parasını koruma gibi bir göreviniz olduğunun bilincinde olacaksınız.
Sonra.. yapılan işleri izleyecek, usulsüzlüğünü fark edip araştıracak, belgelendirecek ve adliyede takip edeceksiniz.
Ama bu işler öyle sizin istediğiniz gibi olmaz.
O belge ve bilgiyi suçladığınız belediyenin elinden almak, alamadığınız belgeleri konunun üçüncü kişilerinden tek tek tedarik etmek için bayağı mücadele vermeniz gerekir.

Muhalefet partisinden meclis üyesi olarak istersiniz vermezler,
Denetim komisyonu üyesi olarak istersiniz sallarlar,
Bilgi edinme yasasına göre istersiniz kök söktürürler.
Böylece aradan aylar hatta yıllar ve köprülerin altından çok sular akıp akıp geçer.

Diyelim ki çok iyi çalıştınız, bilgi ve belgeleri bir yerlerden adamın dişini söker gibi, söke söke çıkarıp aldınız ve suç duyurusunda bulundunuz.
Belediye başkanları 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda “Üst yönetici” olarak kabul edildiği için öyle hemen her konudan sorumlu tutulup soruşturulamazlar.

Önce İçişleri Bakanının, kendi partisinden Türkiye’deki en büyük belediyenin başkanı olmuş o kişi hakkında yolsuzluktan soruşturulması için “olur” vermesi gerekir.  
Bunun ne demek olduğunu en çok siyasetin içindekiler bilebilir.

Örneğin: siz eski parayla 150 trilyona satın alınan 50 otobüs konusunda başkanın sorumluluğu var dediğinizde size; altında İçişleri Bakanı’nın imzası olan şöyle bir yazı gelir:
“İETT… kamu tüzel kişiliği olduğundan kendilerine özel karar alma ve uygulama süreçleri bulunduğundan, genel müdürlük kararlarında belediye başkanının imzası nadiren şeklen yer aldığından, bu kararların altında yer alan bilgi ve belgelerin içeriğinden, bu belgelere tek tek bakılması ve değerlendirilmesi fiili olarak mümkün görülmediğinden başkanın sorumlu tutulamayacağı..”
(Mah. İd. Gn. Md. B050MAH0071003 İNS:/09.34.3920)

İşte size böyle dense de, yüzde onu işsiz, yüzde yirmisi fakirlik sınırının altında yaşayan halkın parasını koruyacağım diye yola çıkmışsanız “olacak o kadar, siyaset bu” deyip hemen işin ucunu bırakamazsınız.
Bakan “olur” demese de; Danıştay, Mülkiye Müfettişleri, Savcılık, Ağır Ceza Mahkemesi ve nihayet üçüncü yılın sonunda Asliye Ceza Mahkemesine gelir konu.
Mahkeme aylar sonraki duruşma gününü taraflara tebliğ eder.

“Hah” dersiniz, şimdi adalet kararını versin.
Bir de bakarsınız ki, “işlerinin yoğunluğundan dolayı”, İETT’nin 150 trilyonluk ihalesiz otobüs alımının bilgi ve belgelerini inceleyip fiilen değerlendirme imkânı olmadığı kabul edilen Sayın Başkan, kendi ifadesine göre o gün yine “yoğun bir çalışma içinde” olduğundan sanık olarak yargılanacağı mahkemeye gelememiş.

Neden acaba diye merak edip programlarına baktığınızda Üsküdar Kültür Merkezinde “Engelleri Birlikte Aşıyoruz” konulu bir etkinlikte olduğunu öğrenirsiniz.
Düşünürsünüz; bu “aşılan engeller” arasında acaba mahkemenin duruşmasına davet ettiği otobüs davası da var mıdır?

***

Mahkeme ikinci duruşmanın gününü 3.10.2012 yani dört buçuk ay sonrasına verdi.
Ne dersiniz, bundan sonraki her günü de mutlaka birbirinden yoğun biçimde geçecek dört buçuk ay içinde acaba Sayın Başkan bunlardan sadece bir gününü boş bırakıp adaletin -daha doğrusu adaletle birlikte İstanbulluların- huzuruna gelebilir, daha sonra kendisinin de satıcısından davacı olduğu bu alış verişin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda bizleri “bilgilendirme” fırsatı yaratabilir mi?
Bakanlık ifadesiyle “ İETT bürokratlarının hazırladığı”, kendisinin “şeklen” imzaladığı ve dikkatinden kaçabilen 150 trilyonluk alış veriş konusuna bu vesile ile ve bu defa biraz daha dikkat edebilir mi?

Bilemeyiz, belki bu işler gerçekten de dikkatlerinden kaçmış olabilir Sayın Başkanın;
Çünkü İstanbul bir “Megakent”.
Belediyelerinde bir yılda çevrilen para, kendi ifadeleriyle “10 milyar dolar”ın üzerinde olduğuna göre, içindeki 150 trilyon liralık otobüs alışverişi, bunun binde dokuzunu (0,0089) bile geçmiyor.

Ama ne var ki bu konuyu merak eden halkımızın ya da otobüse vereceği bilet parasını bile bir şekilde denkleştirmek durumunda olan ortalama bir İstanbullunun gözünde de 150 trilyon büyük para.

Yine de Başkanın gözünden kaçar mı kaçar…
Pazarlığını bilemem ama otobüslerin teslimi “2009 seçimlerinin iş yoğunluğuna” denk gelip gözden  kaçabilmiş olsa da bu para; halkın gözünü bir yana bırakalım, rüyalarında bile görseler inanamayacakları, dolayısıyla işlemlerinin gözden kaçmasına inanamayacakları bir “servet”tir.

Bu nedenle onların “gözünden kaçmaz”; olsa olsa “gözlerine kaçar”.
Bunun içindir ki Sayın Başkan her türlü meşguliyetine, İçişleri Bakanının soruşturmaya bile gerek görmemesine rağmen ikinci oturumda mutlaka huzurda olmalı ve eğer varsa kendine göre işin haklı yanlarını anlatmalıdır.
Bize göre adalete ve mahkemeye saygı da, İstanbul halkına saygı da bunu gerektirir.