|
|
Yağ satarım bal satarım ustam öldü ben satarım
Haydi, bu günlerin gergin
ortamında sizlere rahatlatıcı bir yazı okutayım:
Zamane çocuklarının oyuncakları ya garip garip uzay silahları, ya
“dijital” oyun aletleri değil mi?
Çocuklar bunlarla oynarlarken bir yandan da acaip sesler çıkıyor:
-“diiiiiiiiiiiiijt”
-“biiiiiiiiiiiiip”
-“djjjjjuuuuuuvvvvvt” falan gibi.
Seslerini duymak bile insanı ne kadar geriyor farkında mısınız?
Oysa biz şimdi özellikle altmışını devirenlerin çocukluklarında bir
oyuncakları bile yoktu ama ne kadar hoş oyunlarımız ve o oyunların da ne
kadar hoş tekerlemeleri vardı.
Örneğin “Yağ satarım, bal satarım” oyunu.
Bütün çocuklar bir çember oluşturacak biçimde yere otururduk; aramızdan
biri “ebe” olur ve ucu düğümlenmiş mendilini arkasında saklayıp bunu fark
ettirmeden birinin arkasına koymak için hem bu çemberin dışında hoplaya
zıplaya döner hem şarkısını söyler dururdu:
“Yağ satarım, bal satarım; ustam ölmüş ben satarım”
“Ustamın kürkü sarıdır, satsam 15 liradır”
“Zam-bak Zum-bak, dön arkana iyi bak”.
Bu arada arkasına mendil bırakılan çocuk durumu fark edince mendili kapar
ve ebeyi yakalamak için kovalamaya başlar, ebe eğer yakalanmadan onun
yerine oturabilirse ebelik de açıkta kalan çocuğa geçer, bu sefer yeni ebe
“yağ satarım bal satarım” diye dolanmaya başlardı.
***
Öncekiler mi yoksa şimdikiler mi daha yaratıcı, daha öğreticidir
bilemiyorum ama o oyunlarda özellikle birliktelik daha fazlaydı. Hiç kimse
örneğin uzaylı olup patır patır adam öldürmez, kimse elindeki lazer
silahıyla önüne geleni biçmez, canavarlarla boğuşmak zorunda kalmazdı.
Kimse kendi krallığını kurmaya kalkmazdı,
Sırası gelince sadece, oyun icabı üzerine düşeni yapar sonra yerine
geçerdi.
O arada da hepimiz cıvıldaşır dururduk.
Birden zihnimde, şimdi bunu altmışını devirmiş koca koca adamlara hele
hele toplumda bilinen bazılarına oynatsam acaba nasıl olur diye düşündüm:
Şöyle bir sahneyi gözünüzün önüne getirsenize:
Örneğin hükümet etmiş biri, bir büyük belediye başkanı, bir ünlü işadamı,
bir banka patronu, birkaç siyaset adamı falan… aynen çocukluklarındaki
gibi çember olup yere oturmuşlar “yağ satarım bal satarım” oyunu
oynuyorlar ve o sıradaki “ebe”leri de hoplaya zıplaya oturanların
arkasında dolanıp tekerlemesini söylüyor:
Şimdi o çocuk tekerlemesinin ya da şarkısının sözlerini yine bu kişilere
söyletip kafanızdaki sahneyi seslendirin bakalım nasıl bir oyun çıkacak
ortaya ve düşünün bakalım; onlar bu oyunu oynarken söyledikleri şarkının
hangi sözleri sizi alıp alıp nerelere götürecek?
Parantez içindekiler benim aklıma gelenler.
*
Yağ satarım bal satarım (Kim bu yağlı ballı satışları yapan?)
Ustam öldü ben satarım (Satışların ölen ustası kimdi?)
Ustamın kürkü sarıdır (Satışları başlatan usta neden kürklü?)
Satsam 15 liradır (Satışlar neden bu kadar ucuz?)
Zam bak zum bak (Mallar satılırken ayrıca bu zamlar zumlar da nereden
çıkıyor)
Dön arkana iyi bak (Bütün bunlar olurken neden gözümüz arkada olmalı?)
*
Sizi bilmem ama hatırladığım bu oyun beni bir an, şu son yılların
özelleştirmelerine ve özelleştirmecilerine götürdü.
Hayalimdeki oyunu da kimlere mi oynattım?
O kadarını söyleyemem, onları da kendi hayalinizde siz canlandırın:
Ustalarını, eski ve şimdiki ebelerini, hatta yağlı ballı satışların neler
olduğunu;
Kimin kimi “ebe”leyip yerine geçtiğini;
Hatta bazılarının kaç kere üst üste ebe olduğunu;
Bir de “ebe”nin ucu düğümlü mendilini çaktırmadan birinin arkasına bırakıp
neden boş bulduğu bir yeri kapmak için koşup kendi oyununu kurtarması
gerektiğini…
Nasıl, bu stresli ortamda kafanızda keyifli bir hayal yaratıp kendinizi
biraz olsun gevşetebildiniz mi?
Meğer ne güzel bir oyunmuş değil mi?
|
|