|
|
Sosyal güvenlikte kara delik var diyenler ve sosyal
devlet
Maliye Bakanı Şimşek bir televizyon programında
(22 Mart 2012- CNBC-e) “Maalesef sosyal
güvenlik kanayan yara olmaya devam ediyor” demiş.
Hani aslı astarı olmadığı halde dilden dile dolaşan “Şehir efsaneleri”
vardır ya, işte bu da onun gibi bir şey; bu da “Hükümet efsanesi”nden
başka bir şey değildir bana göre.
Daha açıkçası bu söylem; ekonomi ve maliye politikalarındaki başarısızlığın,
olması gerekenleri yapmamanın “sözde” mazeretidir.
Neden mi?
Bizim Türkiye Cumhuriyetimiz, Anayasa’nın 2.
maddesinde bir “Sosyal devlet” olarak tanımlanmışsa ve sosyal devlet
denen tanımın içine fakir fukara gibi “en alttakiler”, küçük esnaf,
emeğiyle yaşayanlar ve hatta emeğini satma şansını bile bulamayanlar
giriyorsa, bunlar için yapılan sosyal güvenlik harcamalarının toplanan
primlere denk gelmiyor olması hiçbir zaman öyle “kara delik” gibi
olumsuz ve itici bir biçimde tanımlanamaz.
Bu laflarımızdan alınacak olanlara hemen soralım:
Peki siz bu “delik”in bu kadar da “kara” olmaması için, onun o
kara rengini açmak ya da çapını küçültmek için ne gibi bir şeyler
düşünüyorsunuz?
Devletin sosyal harcamalarını kısmayı mı?
Çalışanların ödedikleri sigorta primlerini biraz daha yükseltmeyi mi?
Hangisini yaparsanız yapın, her ikisinde de sizin “kara delik”
dediğiniz, devletin bu kesime verdiği desteği daraltmaktan, onların
üzerindeki ekonomik baskıyı artırmaktan başka hiçbir sonuca varamazsınız.
Bir düşünelim bakalım, şimdi “aman daha mükemmelini yapalım, bu olmazsa
elimiz bağlanıyor, burada yazılanlar çok önemlidir” denen Anayasa’daki “Sosyal
devlet” ilkesi;
-Neden hemen 2. maddede yani temel hükümler arasında yer alır?
-Neden orada bu maddenin ve dolayısıyla “sosyal devlet” ilkesinin
değiştirilmesinin bile teklif edilemeyeceği yazılıdır?
-Neden “Sosyal devlet” cumhuriyetimizin nitelikleri arasında
sayılmaktadır?
-Neden 3. Maddede yer alan “Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütün olduğu, dilinin Türkçe olduğu, ay yıldızlı bayrağı, milli marşı ve
başkentinin Ankara olduğu” bile “Sosyal devlet” tanımından sonra
ele alınmaktadır?
Buradaki ciddiyetin farkında olmayanlara ben söyleyeyim:
Çünkü sosyal devlet, bu devleti devlet yapan; bu toplumu bir arada tutan,
huzur içinde yaşatacak olan, toplumun dengelerini koruyacak olan en önemli
unsur olduğu için de ondan.
***
Bir ülkedeki sosyal güvenlik kurumu neden açık verir?
Harcamalarının çok yüksek olmasından mı?
Gelirlerinin düşük olmasından mı?
Sakın hiç kimse “Bu sosyal güvenlik harcamaları
da bu kadar yüksek olmaz ki canım…” demesin.
Halkının 10 milyondan fazlasının yoksulluk sınırının altında olduğu; sadece
2,5 milyon aileye –ki bundan yararlanan kişi sayısı 10 milyonun da
üzerine çıkmaktadır- bir ülkede neresinden bakarsanız bakın “en
alttakilerin” sosyal güvenlik ihtiyacı hala karşılanamamıştır,
ihtiyaçları devam etmektedir.
Efendim, “Toplanan sosyal güvenlik primleri yetersiz kalmaktadır”
deniyor.
Peki, siz; halkınız açsa, halkınız kömüre muhtaçsa, bunu da kendi
kurumlarınızın ağzıyla ve kendi kurumlarınızın verdiği rakamlarla
söylüyorsanız, o zaman bu devletin ne yapması gerekir?
İşçinin, esnafın ödediği sigorta primleri bu işe yetmiyor diye bu
harcamaları yapmaktan vaz mı geçeceksiniz?
Vazgeçemezsiniz tabii, çünkü şimdi siz vazgeçerseniz onlar da seçimlerde
sizlerden vazgeçerler.
Demek ki Anayasanın o temel hükmü “Türkiye Cumhuriyeti bir sosyal
devlettir” diyorsa, hatta siz bunun değiştirilmesini “öneremezsiniz
bile” diyorsa, tabii ki “görmezden” de gelemezsiniz.
Bütün bunlara rağmen bu yetersiz harcamalara bile “kara delik” yani
halkımızın deyimiyle dipsiz kuyu, her şeyi yutan, kaybeden delik diyorsanız,
kusuru bakmayın ama bunun kabul edilebilir bir yanı yoktur.
Şimdi denecektir ki, “Ama biz istediğimiz kadar prim toplayamıyoruz,
toplayamayınca da açık çıkıyor.”
Bunu bir bürokrat söylese neyse ama bu işin başındaki siyasetçi söyleyemez.
Peki, Anayasanın bu kadar önem verdiği sosyal devletçilikte bu harcamalar
sadece işçinin, esnafın ödediği primle mi karşılanmak zorundadır yoksa yetse
de yetmese de devletin bütün imkânlarıyla mı?
Bir hükümetin elinde 24 saatte istediği kanunu çıkarma gücü varsa, ama bir
yandan da “Bu primlerle bu kara delik kapanmıyor” diyorsa neden
derhal sigorta primlerini arttıramaz?
Elini kim tutar?
Artıramaz çünkü sigorta primlerinin düzeyi artık bu işçinin bu esnafın
taşıyabileceği yük olmaktan çoktan çıkmış, onlar çareyi her şeyi göze alıp
kayıt dışına çıkmakta bulmuşlardır.
Ne kadar arttırırsanız kayıt dışına kaçışlar o kadar artar.
Hepsini yakalayalım, cezayı basalım mı?
Yakalarsınız, ama bu sefer de ekonomiyi batırır; ihracatı durdurur,
yabancıların ürettiği daha ucuz malları kendi ellerinizle piyasanıza
sokarsınız.
Sonra da karşınıza asıl beceriksizlik ölçüsü, bu ekonomideki asıl kara delik
olan “Cari açık” bir kere daha katlanarak çıkar.
Çözüm:
Sosyal devlet, bu ekonomik düzenin “en alt”a düşürdüğü, yıllardır
güçlendiremediği, kaybettirdiği, birilerinin birileri tarafından ezilmesini
önleyemediği insanlarına “öyle ya da böyle” bakmak zorundadır.
Bu “bakım” harcamaları sırasında elinizdeki primler yetmiyorsa, aradaki o
farkın adı bütçecilik dilinde “delik” falan değil, “transfer
harcamaları”dır.
“Altta kalan”lara bakarken gerekli olan kaynak, bütçenizin tüm
imkânlarıdır.
Bütçedeki imkânların artırılması, çalışma hayatındaki işçiyi ya da işvereni
biraz daha sıkıştırıp üç kuruş daha toplamaya çalışmaktan değil; bu ülkede
her altı kişiden biri hala aç yatarken siz “çok kalkındık” diyorsunuz
ya; işte bunu söylerken kimleri kastediyorsanız gidip onların kazançlarını
vergilendirmekten geçer.
Aksi halde, sizin “Sosyal güvenliğin kara deliği”
dediğiniz şey, her zaman ekonomi yönetiminizin ve daha doğrusu “Siyasal
tercihlerinizin kara deliği” olarak anılmak durumunda olacaktır.
Bülent SOYLAN
|
|