Vergiciler neden mutlaka bir şeyler bulurlar?
Dünya’yı bilemem ama Türkiye’de yaygın bir inanış vardır.
Derler ki “Vergiciler bir işletmeye girerse mutlaka eleştirilecek bir şeyler
bulur ve cezayı basarlar.”
Bu bir şehir efsanesi midir, yoksa gerçekten öyle mi diye sorarsanız sonuç
itibariyle “evet büyük ölçüde gerçektir” derim işleyen “her işletmede” vergi
uygulamaları yönünden mutlaka eleştirilecek bir şey bulunur.
“Her işletmede” dediğimize göre peki o zaman bu milletin tamamına vergi
kaçırıyor mu diyeceğiz?
Ya da bu vergi denetçileri çok mu gaddar kişiler de, her girdikleri yerde
mutlaka bir şeyleri eleştiriyorlar?
Bu durumun nedeni, ne herkesin vergi kaçırma peşinde olduğu ne de
vergicilerin mutlaka bir şeyler bulma niyeti. Tabii ki her meslekte kendini
bu işe fazla kaptırmış insanlar bulunur ama buna bakarak bir genelleme
yapmak, olayın ardındaki bir başka ve asıl belirleyici nedeni gözden
kaçırmamıza yol açabilir.
Türkiye’de hangi işletmeye girilirse girilsin mutlaka eleştirilecek bir
şeyler bulunmasının temel nedeni, başından beri Türkiye’nin ekonomi
politikasının ve bunun maliye uygulamasının sağlıklı bir denge tutturamamış
olmasıdır.
Bu ne demek?
Türkiye, sermaye birikimi zayıf bir ülkedir. Osmanlıya kadar uzanırsak,
Türkiye’nin yüz yıllardır ekonomide birikim yapacak önemli bir dinamizmi
yakalayamadığı görülür.
Osmanlı borçtan batmıştır.
Türkiye, borçtan batmış bir imparatorluğun külleri üzerine doğmuştur.
Bu ekonomik zaaf, Türkiye’deki mali uygulamaların, ekonominin dengelerinden
ve gereklerinden çok kamu idaresinin gününü kurtaracak çözümler olarak
biçimlenmesine yol açmıştır. Kurtuluş ve kuruluştan itibaren hükümetler hep
dış borç ve yardım aramış, almış ve bu yardımseverler (!) ile iyi geçinmek
zorunda kalmışlardır.
Siyasi tarafını bir kenara bırakırsak, sürekli dış borç ve yardım talebeden
bir ekonominin politikaları, içeride ne kadar “para toplama” imkânı varsa
onu sonuna kadar kullanmak dışarıda ise yabancı kurum ve kuruluşların
yönlendirmelerine pek fazla “ters düşmemek”tir.
Bunun en açık örnekleri 1940’lı yıllardan bu yana Dünya Bankası, IMF ve OEEC-OECD
ile olan ilişkilerimizdir.
Maliye politikalarının, ekonominin yapısını gözeten ve geliştiren
düzenlemeler yerine bunlara bakmadan ve öncelikle para toplama amaçlı olması
başta vergiyi koyan yasalar olmak üzere, vergi yargısından vergi denetimi ve
yönetimine kadar bütün yapılanmayı olumsuz etkilemiştir.
Örneğin, Türkiye’de sermaye zayıf ve yatırım az olduğu için başından bu yana
istihdam sorunu vardır. İşsizlik hiçbir zaman gündemden düşmemiştir, İşi
olanların ya da istihdamın üzerindeki mali yükler her zaman yüksek bulunmuş,
adam çalıştırmak her zaman pahalıya gelmiş ama hükümet programlarının temel
vaadi olmasına rağmen bu sıkıntılar bir türlü azaltılamamıştır.
İstihdam üzerindeki ağır yük, içerideki işletmeleri baskı altına almıştır.
Bu işletmeler, üzerlerindeki ağır vergi yüküne bir biçimde vergiden
kaçınarak direnme arayışına girmişlerdir.
İstihdam edilen işçi, arkasındaki milyonlarca işsizin kendisine karşı
rekabeti dolayısıyla açıktan ya da kayden düşük ücretle çalışmaktan başka
çıkar yol bulamamıştır.
Bir ülkede ekonominin kurumlaşması, yani o ülkenin işletmelerindeki
işlemlerin kayıtlara işlenebilmesi için “işlemler” üzerinden ağır vergiler
alınmaması gerekir. Türkiye’de “işlem” ya da “muamele” üzerinden alınan
vergiler, insanları bu işlerden bezdirecek derecede yüksek ölçülerde
alınmaktadır.
Damga Vergisi, beyanname, tescil ücretleri, harçlar ve benzerleri bunlara
örnektir.
Milli gelir düşük, bu gelirin yurttaşlar arasındaki dağılımı oldukça
çarpıktır.
Bu çarpıklık, geliri düşük yurttaşların ağır tüketim vergilerine karşısında
kayıt dışına yönelmesini getirmiştir. Mağazada vergili olan çok şey, semt
pazarlarında ya da işporta tezgahlarında tamamen kayıt dışı olarak
satılmaktadır. Gıda ve diğer ihtiyaç maddeleri üzerindeki ağır yüke karşı
tüketiciler buralardan alışverişe yönelmiştir.
Diğer taraftan, finansman yaratmak amacıyla sık sık değiştirilen, yeni
uygulamaya konan vergiler, bu konuda söz sahibi olması gerekenlerce
yeterince tartışılamadığı için çok fazla olgunlaşmadan yasalaşmaktadır. Bu
tür vergi yasalarında gerçek duruma tam uyamama, yoruma göre değişik biçimde
anlaşılma ve muğlak ifadelerinin bulunmasıyla sıklıkla
karşılaşılabilmektedir. Yasal ifadeler ve ölçüler çoğu zaman “açık” olmadığı
için aynı yasa hükmünü vergi idaresi başka yükümlüler başka anlayabilmekte,
ortada kalan gri alanlar ise her iki tarafın kendine göre ama denetimlerde
mutlaka vergi idaresinin anlamak istediği gibi kabul edilmektedir.
Vergi yargısı, vergi uygulama ve denetiminin pek çok sorunla karşılaşması
nedeniyle sürekli kilitlenmektedir ve bu kilitlenme zaman zaman, biraz
yargıdaki birikimi gidermek biraz da ek tahsilât yapabilmek amacıyla
çıkarılan af, barış ve benzeri adlar altındaki uygulamalarla aşılmaya
çalışılmaktadır.
Vergi yönetimi ise, sonuçta ülkeyi idare eden iktidarın hiç bitmeyen para
ihtiyacı dolayısıyla mutlaka etkilenmekte ve denetlenecek sektör ya da
bölgelerin seçiminden, denetimde uygulanacak ölçü ve usullere kadar her
konuda biraz daha kendine yarayan uygulamaları tercih etmekten kendini
alamamaktadır.
Bir yasanın tanımını tam yapamadığı olay ve işlemlerde, yorumların kurumdan
kuruma ve kişiden kişiye çok farklı olduğu bu yapıdaki vergicilik alanında,
denetleyenlerin bu durumu kendi kurumları lehine kabul etmeleri ve bunu esas
alarak işlem yapmaları pek de şaşılacak bir tavır sayılmamalıdır.
İşte böyle bir yapıda vergilendirme ile ilgili yasal düzenlemeler,
ekonominin ve bu ekonomide yaşamak durumunda olan yurttaşlarımızın kendi
ekonomilerine uymaz. Yapılan yasal düzenlemeler öncelikle acil finansman
yaratmayı gözettiği, bunu uygulamak durumunda olan kamu denetçileri bu yasal
düzenlemenin içinde ve kendisine verilen görev çerçevesinde çalıştığı için
“gidilen her işletmede mutlaka eleştirilecek bir şeyler” bulunacaktır.
O zaman şuna çok dikkat edilmelidir: Denetlenen herkeste mutlaka
eleştirilecek bir yan bulunabilecekse, denetlenenlerin bir aşamadan sonra
büyük ölçüde vergi suçlusu olması daha doğrusu bu yolla suçlanması
kaçınılmazdır.
Bu köklü yapıyı kısa sürede düzeltmek elbette zordur, zaman ve büyük emek
ister.
Şimdiden yapılabilecek bir şey söylemek gerekirse, ilk yapılacak olan
denetim konusundaki seçim ve tercihlerin yönetimlerin tercihlerinden
“bağımsız” ve “tarafsız” olmasıdır.
Bu yapıldığında hiç olmazsa, “ nasıl olsa mutlaka eleştirilecek kişi ya da
kurum olma” ve “cezalandırılma” konusunda yurttaşlara, “Olumsuz anlamdaki
piyango şanslarını” adaletli dağıtmada yararlı olacaktır.
|