İktidar yolunu açan rüzgârlar ve aynı kulvarda yarışmak


Bir ülkede siyasi partilerin nasıl iktidara geldiği ya da neden bir türlü gelemediğini anlamaya çalışırken siz hiç bunun daha çok bir ortam (konjonktür) meselesi olduğunu düşünmüş müydünüz?

Hem ekonomik, hem siyasal konjonktür…

Diyelim ki tek kutuplu dünyanın hâkimi bir ülke, birkaç yandaşı ile birlikte bölgenizin rejimlerini de coğrafyasını da bütün gücüyle yeniden düzenlemekte. Sizin de o bölgede bulunmanız dolayısıyla ülkenizde kendisi gibi, eş düşünüp eş davranacak bir yönetimin iktidarda olmasından yana.

Diyelim ki uluslararası sermaye; sizin pazarınıza girmek için can atıyor.
O uluslar arası sermaye, kendisini hoş tutacak, ülkenin kendisine karşı rekabet şansının zayıf olmasına karşın “rekabetçilik esastır” “rekabet kalite getirir”  “benim halkım her şeye layıktır” “eskiden bunlar var mıydı” diyecek bir yönetim için yapamayacağı “güzellik” yok.

Diyelim ki dünyanın sıcak parası “en tatlı faiz burada” “ en fazla kazandıran borsa burada” diye etrafınızda dans ediyor.

Diyelim ki KİT’leriniz, BİT’leriniz, önemli kamu arazi ve mülkleriniz büyük sermayenin ağzını sulandırıyor da, “ah bunları özelleştirip güzelleştirecek” bir yönetim iktidara gelse de ucuz-pahalı kapatıversek diyor.

Diyelim ki yerli sermayeniz uluslar arası sermayeyle flört halinde de, “yabancı damat”la ömür boyu mutlu olabilmek için “yabancı sermayeye sıcak bakan”  bir yönetimin şöyle Katolik nikâhı gibi sağlam bir nikâh kıymasını bekliyor.

Diyelim ki ülkenizin ekonomisi herkese iş verip doyuramadığı için insanlarınız mecburiyetlerinden dolayı “eldeki kuş daima daldaki kuştan iyidir” deyip avucunu açmış, gözleri o günkü yardımın nereden geleceğini arıyor.

Daha çok şeyler de var ama burada hepsini saymak istemiyorum.
Onları da herkes kendine göre iyi kötü tahmin etsin.
***
Söyleyin bakalım; böyle bir ortamda iktidar şansı, temel felsefesi “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diyen ve piyasacılığı esas kabul eden bir partiye mi güler, yoksa bütün bunlara karşı çıkabilecek, örneğin  “sosyal demokrat “bir partiye mi?

Bu koşullarda siz istediğiniz kadar geçmişinizden ve gelecekte yapacaklarınızdan söz edin, arkadan esen iç ve dış rüzgarlar kendisini “piyasacı” veya benzeri şekilde tanımlayan ama sonuçta yukarıda saydığımız beklentileri karşılayan, hatta, onlar ne isterse bir adım önden giderim diyen ve onlarla neredeyse koşulsuz işbirliğine razı  partilere şans getirecektir.

Bu parti hangisidir?
Şu ya da bu olması önemli değil;  bu gün biri, yarın öbürü.
Önemli olan, bu vasıflara uygun olunup olunmadığı, sonra da bu vasıfların korunup korunmadığıdır.

Tutun ki bu işin birden fazla talibi, ortada birkaç parti var; durum değişmez.
Onlar birbiriyle yarışırlar, kendisini “en beğendiren”  ya da o güçlerin en beğendiği parti iktidar olmaya hak kazanır.

***

Diyelim ki o tek kutuplu dünyanın düzeni teklemeye başladı.
Diyelim ki bölge dizayn edilirken işler arabın saçına döndü de oradaki insanlar tepki vermeye başladılar.
Diyelim ki uluslararası sermaye havanın bozduğunu erken anladı ve kendi sakin limanlarına çekilmekten yana tavır almaya başladı;  sıcak para bile bu bölgeye artık “soğuk” bakıyor, aman sakata gelmeyelim diyor.
Diyelim ki kapılarınızı ardına kadar açtığınız yabancı sermaye iç piyasanızda öyle bir yıkım yaptı ki oyuna muhtaç olduğunuz işçi, işsiz, çiftçi, esnaf, sanayici “illallah” diyor. “Sahavetin endazesi (Cömertliğin ölçüsü) olmaz” dercesine ekonomiyi dışarıya açalım derken ölçüyü fazla kaçırdığınızı ve yanlışlıkla “dışarıyı içeriye açtığınızı” anladınız.

Diyelim ki artık satacak bir şeyiniz de kalmadığı için etrafınızda dolaşıp kur yapanlar azaldı.

Diyelim ki bir zamanlar peşinizden “kömür, makarna” diye koşanlar artık bunu kanıksadı ve bunları sosyal devletin verdiği hak olarak görmeye başladı.  Yardımın sağladığı prim eskisi kadar etkili değil.

Diyelim ki dünyada herkesin geçici olduğunu düşünüp kriz sandığı, aslında yeni bir denge noktasına doğru “kayma” başladı ve herkes kendi açığını kapatma, içeride kendi halkına dert anlatma peşinde. Ülkeler hafiften kendi içlerine kapanmaktalar.

İşte o zaman yukarıda sözünü ettiğimiz rüzgârlar kesilir ve hatta ters yönden esmeye başlamaz mı?

Hah işte o zaman muhalefet partilerine şans doğar diyeceksiniz değil mi?
Evet ama kime?
Ben bu piyasacılık işini şimdiki iktidardan daha iyi yaparım diyene mi? yoksa artık farklı esen rüzgarı arkasına alabilen, yeni durumu kavramış ve (B) planıyla birlikte bunu kavramış kadrolarını da vaktinde hazırlamış olan partilere mi?

***
Bu günlerde üst üste çıkan iki haber bize sözünü ettiğimiz rüzgârların tersine esmeğe başladığını gösteriyor:
Birincisi, Avrupa’nın “Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), eylül ayında bileşik öncü göstergelerin örgüte üye ülkelerin çoğunda ekonomik faaliyetlerde yavaşlamanın devam ettiğini gösterdiğini bildirdi.

İkincisi, Avrupa’nın en kuvvetli ekonomisi ile ilgili:
Merkel genel başkanlığını yaptığı Hristiyan Demokrat Birlik Partisinin (CDU) Leipzig kentinde düzenlediği parti kurultayında yaptığı konuşmada, her neslin politik güçlükleri bulunduğuna işaret ederek, şu anki jenerasyonun tarihi bir sınamayla karşı karşıya olduğunu vurguladı.
Avrupa'nın, borç kriziyle birlikte İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en zor zamanlardan birini geçirdiğini vurgulayan Merkel, euronun korunması için her türlü çabanın harcanması gerektiğine dikkat çekti.
“Sorumluluklarımız sınırlarımızla sınırlı değil” diyen Merkel, euronun başarısız olması durumunda Avrupa'nın da başarısız olacağını ifade etti.”


Ne dersiniz?

Sizce de bundan sonraki iktidarın yolu, şimdikinin (A) planına karşılık, bizim de A1, A2 planlarımız var diye, -şansı giderek azalan- mevcut uygulamaların değişik versiyonlarını pazarlamaktan mı, yoksa değişen rüzgarı da arkaya alarak uygun ve gerçekçi bir (B) planına çalışmaktan mı geçecek?