Sıkı tutunun uşaklar  tu diyeceğum…


Fıkra bu ya…
Temel ve arkadaşları dağda gezerken birden bire bastıkları yer göçüverir.
Uçurumdan aşağı doğru savrulurlarken her nasılsa Temel bir kayaya tutunur; İdris Temel’in paçasına yapışır, diğerleri de İdris’ten başlayarak birbirlerinin paçalarına….
Böylece en üstteki Temel’den aşağıya doğru birbirlerine kenetli bir insan zincir oluşturmuşlar ve o an için de olsa aşağıya düşmekten kurtulmuşlardır ama… aşağıdakilerin ağırlığından zorlanan Temel çok zor durumdadır.
Ellerini tükürükleyip tutunduğu o kayaya daha sağlam sarılmayı düşünür ve ikaz için aşağıdakilere bağırır:
“Sıkı tutunun uşaklar, tu diyeceğum….”

***

Bu fıkrayı hatırlatmak da aklına nereden geldi diyeceksiniz.
Nereden olacak, tabii ki yaşanan krizin atlatılabilmesi yani ekonominin uçuruma düşmemesi için birilerinin işi kurtarmak amacıyla öne sürdüğü “tedbir”lerden dolayı.
Ne yapıyor o Karadenizli hemşehrim, “Paçama sıkı tutunun da uçuruma düşmeyin, ben şimdi tu diyeceğum” diyor.

Biliyor musunuz, ekonomide de çeşitli kesimler, sektörler, kişiler aynen fıkrada olduğu gibi birbirlerine bağlıdırlar. Birisi ellerini bırakıp “tu” demeye kalkarsa aşağıya yuvarlanmamak için birbirlerine sarılmış olanların hepsi birden dibe çakılır.

***
Ekonomi Bakanımız, söylentiler çıkınca demeç vermiş ve durum için “Şu anda krizin etkisindeki ülkelerin en büyük problemi siyasi istikrarsızlık. Bir diğeri bütçe açıkları, bir diğeri de kamu borçlarının gayri safi milli hasılanın çok üzerinde olması.
Bunların tümüne baktığınız zaman  Türkiye şu anda son derece sağlıklı.
Hatta benim ifademle, kaya gibi sağlam ve dimdik”
demiş.
Belki de yukarıdaki fıkra bu “kaya gibi” sözünden dolayı gelmiştir aklıma.

***
Şunun şurasında en fazla bir ay öncesine kadar uçurumun dibinde hoplaya zıplaya gezip “biz dünyanın onuncu büyük ekonomisi olmaya adayız, dünyada büyüme rekorunu kırdık, Çin’i bile geride bıraktık” diyenlerin birden bire ürkerek nasıl da peş peşe “Amanın kriz geliyor” dediğini hatırlıyorsunuz değil mi?

O günlerde, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Gedikli: "Biz toz pembe bir tablo çizmiyoruz, gerçekleri konuşuyoruz" "Kötü haberi veriyorum; dünya ekonomisinde kara bulutlar gözükmeye başladı. Dünya daha büyük krizlerle karşı karşıya kalacak. Bunlar da oluyor. Muhtemelen dünya ekonomisinde bir kriz olacak. Türkiye'ye olumsuz etkileri olacaktır. O yüzden tedbirli olun. Ne varsa onu tutun. Fazla harcamayın" demedi mi?

Aynı günlerde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Avrupa'da yaşanan son gelişmelerle ilgili olarak, ''Biz Kurumlarımıza aşağı yukarı 3 ay önce her türlü kötü senaryoya hazır olmaları talimatı verdik. İlgili kurumlarımız, karşımıza çıkacak kötü senaryolarla ilgili hazırlıklarını yapmış durumdalar'' ''Avrupa'da olabilecek ciddi bir sarsıntı, Türkiye'de de hissedilir. Ama önemli olan bunun bir yıkıma sebep olmaması, Türkiye ekonomisinin belki hafif sarsılıp, yine ayakta dimdik durabilmesidir'' demedi mi?


***
Eğer bütün ekonomik analizleriniz borsa ve döviz kuru üzerinden değilse; yükselen asya ve Uzakdoğu ekonomisi karşısında Başta Avrupa olmak üzere tüm batı dünyası ekonomilerinin belirli bir eğimle giderek çökmekte olduğu açıktır.
Dolayısıyla bu genel gidiş içerisindeki kısa dönemli dalgalanmalara bakıp zaman zaman sevinmenin, zaman zaman dövünmenin fazlaca bir anlamı yoktur.
Çok genel anlamda bakıldığında tarih böyle bir gidiş içerisindedir.
Bu tablonun içindeki Türkiye’nin durumuna gelince; şimdilik ortalarda bir yerde olan Türkiye’nin ekonomik geleceği, bu genel hareketlilikte yine ekonomik olarak, ne tarafa benzeyeceğine ya da öyküneceğine bağlıdır.

Uygulanan ekonomi politikaları, “kaya gibi” sanılan batı ekonomilerine ve onların gereği olarak izlenen siyasetlere bağımlılığa devam edildiği sürece, sayın hükümet üyelerimiz ne derse desinler durumumuz fıkradaki Temelin halinden fazla da farklı olmayacak, herhangi bir zorlanmada zincirleme biçimde çöküntüye girecektir.

Türkiye, şimdi “otomobil almayın”, “lüks ev almayın” “israf yapmayalım” gibi reçetelerle sert fren denemeleri yapmakta ve durumu düzeltmeye çalışmaktadır.
Bu frenlerin acaba “yükselen, en hızlı büyüyen” “dünyanın 16. Büyük ekonomisi” tanımları ve bu tanımların karşılığı olan refah düzeyi ile bir ilgisi kurulabilir mi? Ya da Temel’in” sıkı durun tu diyeceğum” demesiyle sağlam bir kayaya kazasız belasız tutunabilmesi düşünülebilir mi?

Yapılacak olan, çökmekte olan batılı ekonomilerin modelinde bir “figür” olmak yerine kendi ulusal ekonomimizin ve halkımızın ekonomisini güçlendirecek düzenin kurulmasıdır. Unutmayalım, dış politikada herkes kendi ülkesini ve kendi yurttaşını kollar.
Tüm dış politikalar da, bu politikaların devamı olan ekonomik tavsiyeler de hep bu esasa dayanır.

Nitekim, İngiliz Lloyd George'un tanımladığı gibi  ancak yüz yılda bir gelen devlet adamlarından Büyük Atatürk “Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir” diye bize 100 yıllık reçetesini vermemiş miydi?