|
Kıdem
tazminatı üzerine niyetler ve bazı hesaplar
İktidar, birazı son seçimde arkasına aldığı yüzde
ellilik rüzgarın yüreklendirmesiyle, birazı da ekonomide sıkıntıların
artık patlama noktasına varmasıyla birlikte, yıllardır yapmaya cesaret
edemediği bir şeyi bu defa gerçekleştirmek üzere kıpırdanmaya başladı;
emekçinin en önemli kazanımlarından olan kıdem tazminatını ileride
istediği biçime sokabilecek, daha doğrusu “kırpılabilecek” bir şekle sokma
hazırlığına girdi.
Anlaşıldığı kadarıyla bu iş önce kendilerinin çok eleştirdiği “konut
edindirme fonu” benzeri, işçiden ya da patrondan, ama mutlaka “işçilik”
üzerinden kesilecek bir fona dönüştürülecek, sonra da, bu fon mevzuatının
zaman zaman bir kararname ile değişecek mali hükümlerine göre buradan
işçiye “bir kısım” para ödenecek.
O para şimdiki kıdem tazminatı kadar olabilecek mi?
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki hayır!
Çünkü aynı paraya denk gelecek olsaydı zaten bu işin arkasında IMF
olmazdı.
Bu iş de hükümet tarafından bu kadar kurcalanmazdı.
Bilindiği gibi kıdem tazminatının IMF deyimiyle “rasyonelleştirilmesi”
konusu, IMF’in Türkiye’ye yaptığı en temel önerilerden. Onlara göre
şimdiki durumda emekçinin kıdem tazminatı pek de rasyonel yani akıllıca
bir iş değil ve ekonominin olası şoklara karşı daha güçlendirilebilmesi
için bu işin bir “fon” üzerinden çözülmesi lazım.
Evet belki mevcut uygulama bir yönüyle gerçekten “akıllıca” bir iş değil.
Ama kimin aklına göre?
Tabii ki uluslararası sermayenin ve devamında da içerdeki ortaklarının
aklına göre.
Bakın bir bakıma bu işin “niyet mektubu” olan ve Çalışma Bakanlığı
tarafından hazırlatılan “Ulusal İstihdam Strateji Belgesi”’nin
31-34. Maddeleri arasında hangi satırlar yer alıyor:
-Kıdem
tazminatı miktarının yüksekliği işgücü piyasasının katılık düzeyini
artırmaktadır.
-Türkiye, OECD ülkeleri arasında Portekiz ile beraber en yüksek düzeyde
kıdem tazminatı ödemesini zorunlu tutan ülke konumundadır
-Kıdem tazminatının yüksekliği, işletmeler açısından önemli bir maliyet
kaleminin ortaya çıkmasına neden olmaktadır
IMF’in yıllardır ileri sürdüğü tezlerden ve aynı kaynaktan esinlenen
“Ulusal İstihdam Belgesi”nde yazılı yukarıdaki sözlerden açıkça
anlaşılıyordu ki bu kıdem tazminatını yeniden düzenleme konusu, uluslar
arası sermaye ve iktidar açından, o reklamdaki espriyle söyleyecek olursak
“tamamen duygusal”dı.
Çünkü:
-Türkiye’nin yaptığı borçlanmalarda, borç verenlerin işinin sağlama
bağlanabilmesi için işçinin kıdem tazminatının düşürülmesi ve onların
hesabına daha “akıllıca” bir modele bağlanması gerekiyordu.
-Bu borçlanmaların sürdürülebilmesi yani bir gün gelip de “biz bu faiz
yükünü taşıyamıyoruz” denmemesi, borç verenler açısından kıyametin
kopmaması için kıdem tazminatları üzerinden emeğin maliyetinin düşürülmesi
isteniyordu.
-Bu arada içerideki üretim maliyeti üzerindeki kıdem tazminatı yükü birden
bire azalmayacak, tazminatın yerini devlete ödenen fon alacaktı ama olsun;
hiç olmazsa bir süre sonra yük azalacak, bu arada daha ilk andan itibaren
de, kafasını uzatan her emekçiyi kapının önüne koyabilme; “sendika”,
“toplu sözleşme”, “zam” diyen herkesi sindirebilme imkanı doğuyordu.
-Kıdem tazminatında birikecek fonlar, bir yandan da borç faizlerinin
ödenmesinde hükümet için sıfır maliyetli bir kaynak oluşturacaktı.
***
Bize göre bu iş sakattır.
Neden?
Birincisi, kıdem tazminatının adı fon olunca ne kadar kırpılacağı belli
değildir. Ölçüsü belli olmasa da gerçekten kuşa döndürüleceği açıktır,
çünkü IMF’in bu önerisinin gerekçesi, işçi haklarının daha da güvence
altına alınması değil, “kıdem tazminatının yükünün işverene
azaltılması”dır.
Ekonominin bu kadar kırılgan, işsizliğin bu boyutlarda olduğu ülkemizde,
faturanın her sıkıntıda çalışanlara çıkarılması, zaten ekonomik gücü
sınırlı olan, günlük yaşayan emekçileri resmen açlığa terk etmek
olacaktır.
TÜİK’in üstelik de 2009 hesaplamasına göre 4 kişilik bir aile için açlık
sınırı 825 lira iken bu ailenin reisinin Temmuz-Aralık 2009 brüt asgari
ücreti 693 Lira, net ücreti 496,53 liradır ve bu hesaba göre asgari
ücretle çalışan milyonların tamamı açlık sınırı altında yaşamaktadır.
Yani o açlık sofrasında bile aile başına 328.47 TL noksan vardır.
Oysa çalışma barışı için de, toplumun huzur ve dengesinin sağlanabilmesi
için de bu faturanın her iki taraf arasında paylaşılması gerekir.
Fon
hesabından kıdem tazminatı ödenerek işçi çıkarılabilmesi halinde, bu imkan
ücretlerin asgari düzeyde tutulabilmesi amacıyla çok sık
kullanılabilecektir. Matematik olarak, kıdemli işçiyi çıkarıp yerine
kıdemsiz işçi almak işveren açısından karlı, kıdemlenen işçi açısından
zararlıdır.
***
İşin çok konuşulamayan bir başka tarafı, ekonomimiz açısından bakıldığında
hemen hemen yarısı kayıt dışı, geri kalanının en az yarısının da düşük
ücretli gösterildiği bu yapıda, işten atılacak işçilerin alacağı
tazminatın, sadece işçi ile fon idaresi arasındaki bir mesele haline
gelecek olmasıdır.
Oysa bu kayıt dışılıktan iyi kötü bir çıkarı olan ve ancak bu hesap
dolayısıyla işe devam eden işverenin işçinin kapıya konduğu ve en çaresiz
kaldığı anda dosya üzerindeki resmi bilgiler üzerinden “muamele” yapan bir
mekanizmaya bırakılmaması; hakça düşünmek gerekirse, resmi işçilikte
olduğu kadar, kayıtdışı kalan kısım üzerinden de hesaplaşılması gerekir.
Bu asla kayıt dışılığın savunulması değil, şu anda hemen herkesin bildiği,
resmi istatistiklerin belgelediği, eğer bir kabahatse bu kabahatinin
sadece işçide değil, işverende, çalışma mevzuatında, ekonomi idaresinde,
gelmiş geçmiş hükümetlerde de olduğu bir konudur.
Dolayısıyla faturası da, IMF’in kredi faizlerinin sürdürülebilirliği
gözlüğüyle bakıp yönlendirmesiyle sadece emekçiler üzerinden ödenmemeli,
hakça paylaşılmalıdır.
Evet, batan firmalar dolayısıyla kimi kıdem tazminatları alınamamakta,
canlar yanmaktadır ama, bunun çözümü; bir açmazı daha büyük bir açmaza
razı olarak, hatta uluslar arası sermayenin hep kendine yontan keserine
bağlayarak aranmamalıdır.
Hele “insan odaklı” yeni anayasa için temel dengeler kurulmak istenirken,
o odaktaki insanların büyük çoğunluğunun emeği ile geçinenler olduğu
gerçeği karşımızda dikilirken.
Burada mesele sadece kıdem tazminatı yükünü azaltmak değilse, bir
“baştankara”lığı gidermek ve düzene sokma arayışı ise, emeğin örgütleri
ve bu ülkedeki düşünen kafalar gerekli dengeleri gözeterek mutlaka daha
sağlıklı çözümler üretebilecektir.
|
|