|
Büyüyen ekonomi mi yoksa ekonominin
sıkıntıları mı?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tesbitlerine göre
Türkiye ekonomisi 2011 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine
göre yüzde 11 oranında büyümüş.
Öncelikle şu bilgiyi verelim: Buradaki büyüme oranı sadece ilk 3 aylık
dönemin sonucu. Dönüp baktığımızda, bir önceki yılın ilk üç ayında bundan
daha büyük, hatta yüzde 12 oranında büyünmüş ama ardından gelen diğer 3
dönemde hız yavaşlamış, 2010 ortalaması da 8,9’a düşmüş. Muhtemelen
2011’de de öyle olacak.
Bu ilk üç aylık durum iktidara yakın medyada övünçle karşılanır ve
uygulanan ekonomi politikalarının başarısı olarak gösterilirken
ABD’deki borsa ve iş çevrelerinin gazetesi
Wall Street Journal bazı endişelerini dile
getiriyor:
Büyüme tamam da, sıcak bir ekonomide dünyanın içinde bulunduğu bu
koşullarda borçla ve tüketim ağırlıklı büyüme her an bir krize yol
açabilir!
Haydi, bunu bizden biri söylese “mutlaka muhaliftir, çekemedi, bunların
işi gücü budur” denebilir ama dile getirilen bu endişeler küresel finans
piyasasının itibar ettiği bir gazetede yayınlanmışsa, herhalde işi ciddiye
almakta yarar var; demek ki, bizler gibi dışarıdan bakanlar da durumu
biraz sıkıntılı buluyorlar.
Gazete, bu hızlı büyümenin; politika
yapıcılarının, ekonominin fazla ısınmasına neden olabilecek biçimde hızla
tırmanan iç talebini azaltamadıkları korkularını körüklüyor” yorumu da
yapmış.
Yani Türkçesi; iktidarca halka bu güne kadar, “memlekette ne ararsan
bulunuyor, ekonomi tıkırında” denerek o kadar pembe bir tablo çizilmiş ki,
insanlar hala ellerinden gelebildiği kadar borçlanarak alışveriş
edebiliyorlar.
Hatta peşin alışverişin terkedildiği bir yana, bu günün taksitlerini
ödeyemeyenler, tabii ki üst üste bindirilen ama fiyatın içine gizlendiği
için göremedikleri faizlerle birlikte oluşturulan taksitlerini üç beş ay
sonra başlatmak üzere kendilerine önerilen alışverişe iştahla
sarılabiliyorlar.
Zaten arttığı söylenen “büyüme” de ekonominin güçlenmesi değil, işte bu
tür bir şey, iş hacminin genişlemesi. Örneğin insanların daha fazla mal
satın almaları, daha fazla telefonla konuşmaları, daha geniş evlere para
yatırmaları gibi şeyler.
Bütün iş tüketimin artması, piyasanın genişlemesi.
Bunlar yapılırken ödemelerin borçlanarak karşılanması bu tür büyümede
sorgulanmıyor. Yeter ki piyasa büyüsün.
*
Seçim kampanyasını halkın tüketim arzularını gıdıklayarak, 70 sene önceki
siyasetçilerin o günün savaş tedbirleri içindeki getirdikleri karne
uygulamalarını meydan meydan eleştirerek sürdüren bir parti acaba şimdi
kolayca “affedersiniz, o kadar da demedik” deyip kendisine oy verenlerin
ayaklarını yorganın içine çektirebilir mi?
Mayıs ayından mayıs ayına yapılan karşılaştırmalarda dış ticaret açığının
bir yılda yüzde 63 arttığına bakılırsa, bu iş nasıl olsa olacak.
Olacak da, bunun bir siyasi krizle mi yoksa önce ekonomik, arkasından ona
bağlı olarak gelecek bir siyasi krizle mi olacağı biraz da diğer olayların
gelişmesine bağlı.
Öyle ya, siyaseten gerçekçi davranılıp “şimdi kemerleri bağlayın, inişe
geçiyoruz” deyip gereken tedbirleri almak, ama bu işin siyasi maliyetini
kabul etmek de var; “nereden inceldiyse oradan kopsun çılgınlığıyla işi
kendi haline bırakıp sadece gaza basarak krizin kapıyı çalmasına kadar bu
pembe rüyayı sürdürmek de…
İktidarın seçenekleri bunlar da, peki bu olayı şimdiden fark edenler ne
yapmalı?
Baştan söyleyelim, her şeyden önce bu konuda iktidarla aynı kulvarda
iddialaşmaktan vazgeçmeli.
Durum ciddi ciddi bu kadar sıkıntılı iken –haydi seçim dönemini bir kenara
bırakalım- şimdi biz iktidarda olsaydık size daha ucuz bir tüketim, daha
fazla borçlanma imkanı sağlardık deyip her ekonominin kendi paçasını
kurtarmak için diğerinin piyasasına göz diktiği bu küresel düzene daha
fazla yaklaşım sağlayacağız muhabbetinin sürdürülmesine son verilmelidir.
Yapılması gereken, bir süre sonra karşılaşılabilecek tabloda, şimdi buna
sebep olanların karşısına nasıl çıkılacağının, o tabloda borçla da olsa
tüketime alışmış halka ters gelmeyecek tedbirlerin nasıl modellendirilip
anlatılacağının bir an önce kararlaştırılmasıdır.
Yine şunu da söylemek gerekir ki bu iş; sadece “evet onu da düşünelim”
demekle ve bütün birikimleri ekonomiyi bu güne getiren “bırakınız
yapsınlar”cı, “ekonomiyi borsa hareketi ile izleyen düşüncenin kolaycılığı
içinde olanlar”la değil, bu politikaları anlayabilen ve anlatabilen yeni
kadroların da şimdiden hazırlanmasıyla hayata geçirilebilecektir.
|
|