|
İki gemi yan yana, biri
olmadı öbürü mü?
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi “onu ille de satacağım” dedi.
Rekabet Kurumu’muz İDO’nun satışında bir sakınca görmedi, onayladı.
Acaba sakınca görebilir miydi?
Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 Sayılı Kanun’un “amacı” mal ve hizmet
piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma,
karar ve uygulamaları ve “piyasaya hâkim olan” teşebbüslerin bu
hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli
düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.
***
Burada sözü edilen “rekabet”ten anlaşılması gereken şey, mal ve
hizmet piyasalarındaki teşebbüsler arasında özgürce ekonomik kararlar
verilebilmesini sağlayan yarıştır.
“hâkim durum” ise, belirli bir piyasadaki bir veya birden fazla
teşebbüsün, rakipleri ve müşterilerden bağımsız hareket ederek fiyat, arz,
üretim ve dağıtım miktarı gibi ekonomik parametreleri belirleyebilme
gücüdür.
Şimdi gelin bu tanımlar çerçevesinde, İDO’nun özel yatırımcılara
satılmasının, rekabetin korunması hakkındaki kanun karşısında nasıl bir
durumda olduğuna.
1.İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hukuki statüsü anonim şirket olan ama
“nihai olarak” sermayesini kendisinin koyduğu, yönetim kurulunu kendisinin
atadığı, dolayısıyla kendisinin yönettiği İDO adlı şirketini 861 milyon
dolar karşılığında bir ortaklığa satmıştır.
Bu ortaklığın yüzde otuz hissedarı bir yabancı yatırımcıdır.
İDO’nun yeni sahiplerinin bu tarihten itibaren “sahibi oldukları”
hisseleri kime isterse serbestçe satabilecekleri, hatta bir süre sonra bu
yeni hissedarların kimler olduğunun takibinin bile zorlaşacağı açıktır.
Olur ya, bir gün bütün İstanbul; fiyatlar yüksek, hizmet zayıf, biz bu
işten memnun değiliz diye ayağa kalksa bile, al paranı ver İDO’muzu
dendiğinde dahi, son sahiplerini tatmin edecek iyi bir fiyat verilmedikçe
geri alınamayacağı açıktır.
İDO’nun artık kar amacıyla hareket eden yatırımcılarının bir ticaret
şirketi olduğu ortadadır.
Bu durumda şirketin yeni sahiplerinin bu yatırımlarından her gün daha da
çok kar elde edebilmek için olabildiğince harcamalarını kısacakları, bilet
ücretlerini arttırma gayretine girecekleri yapılan ticaretin ana
kuralıdır.
2.Bir şehrin belirli bölgeleri için dahi olsa, geniş halk kitlelerinin
günlük yaşamını ilgilendiren ulaşım konusu, amacı “para kazanmak” olan
özel sektörün iştahına bırakılamaz. Dünyanın her yerinde şehir içi ulaşım
bir belediyecilik hizmetidir.
Bu gereklilik, belediye otobüsçülüğü işinde olduğu gibi deniz ulaşımında
da böyledir. Birisi çıkıp “bu iş neden piyasaya bırakılmasın, neden
belediye işi olsun” derse, o zaman kendisine; bir zamanlar “mektepler
olmasa şu maarifi ne güzel idare ederdim” diyen Osmanlı paşasını
hatırlatmak gerekir.
Bir beldenin karada ya da denizdeki şehir içi ulaşımı piyasa işi değildir.
Burada söylediklerimiz asla özel sektör karşıtlığı değil, tam aksine
piyasa ekonomisinin en korunması gereken kuralıdır.
3.İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bir zamanlar İDO’nun hatlarını ve vapur
sayısını arttırır, kademe kademe yatırımlarını yaparken bunu kamu hizmeti
olarak görmüş, sunmuş ve kendi belediyesinin sorumluluk alanında olduğunu
kabul etmiştir. Yani İDO kamu hizmetini görmek üzere kurumlaştırılmıştır.
Yapılan satış, şimdi bu işin tam tersinin savunularak özel yatırımcılar
tarafından ve piyasa şartlarında yapılabilmesi için “imtiyaz” verilmesi
anlamını taşır. Tarihe bakılırsa, o bir zamanların “kapitülasyonlar”ının
da bundan farklı bir yanı olmadığı görülecektir.
4.Piyasa ekonomisi rejimi, girişimcilerin piyasada tekel oluşturmasına
kesinlikle karşı çıkar. Çünkü bilinir ki, belirli bir bölge için dahi olsa
bir işletmenin “müşteriden bağımsız” hareket ederek fiyat, arz, üretim ve
dağıtım miktarını belirleyebilme gücü, ilgili yasada belirtildiği gibi “hakim
durum” yaratır. Hakim durum, bu ekonomik sistemde istenmez ve bunun
önlenmesi için “Rekabetin Korunması” için kanunlar çıkarılmış, sert
yaptırımlar düzenlenmiştir.
5.Şehrin yapılaşması göz önünde bulundurulduğunda,
“fiilen” belirli bölgelerde İDO ile rekabet edecek ölçüde yeni iskeleler
kurma imkânı yoktur. Kağıt üzerinde olabilse bile, yine “fiilen” bu
piyasada “biz daha iyi hizmet veririz, daha ucuz taşırız” diye rekabet
edecek bir yatırımın yapılması imkânı da yoktur. Çünkü gerekli iskeleleri
30 yıllığına elinde tutan bir işletmeye “rağmen” hiçbir yatırımcı bu
piyasaya giremez, girecek olsa bile tutunamaz.
Dolayısıyla fiili rekabet ortamı olmayınca, ortaya rekabet hukukuna aykırı
bir durum çıkmaktadır.
***
Sadece hukuki aykırılık mı?
Bakın “Rekabet Kurumu’nun internet sitesinde “vizyon” yani kurumun bakış
açısı konusunda ne deniyor:
“…Serbest piyasa ekonomisi
çerçevesinde sağlıklı rekabetin tüm koşullarının oluşmasını ve bu yolla
toplumsal refahın artmasını sağlayan, tüketicilere uygun bedelle kaliteli
mal ve hizmet sunulmasını sağlayıcı güvenilir, adil, saydam piyasa
ekonomisinin dinamizmine cevap verecek yetenekte insan kaynağına sahip
olan ve özerk kararları, uygulamaları ve yapısı ile etkin bir rekabet
otoritesi olmaktır”
Özellikle sevgili İstanbullular, “bizim amacımız size uygun bedelle
kaliteli hizmet sağlamakla görevliyiz” diyor Rekabet Kurumu.
Bir düşünün bakalım; İstanbul’un deniz ulaşımı şimdilik bir kısım, ileride
tümüyle bir özel şirketin elinde olduğunda bu şirket doğası gereği mümkün
olan en yüksek kazancı elde etmeyi mi düşünecektir yoksa Rekabet
Kurumu’nun dediği gibi “toplumsal refahın artmasını sağlayan, tüketicilere
uygun bedelle kaliteli hizmet sunulmasını” mı?
Burada görev tabii ki şirketin değil, Rekabet Kurumu’nundur.
İktisat bilimi, tekelcinin amacı kazancını maksimize etmektir (yani en üst
düzeye çıkarmaktır) der.
Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 Sayılı Kanun ise bunu bilerek; “aman
tekel oluşmasın” endişesindedir.
Peki burada ne yapılmaktadır, ya siz ne dersiniz?
Bu iş, satıcısının söylediği ve Rekabet Kurumu’nun da onayladığı gibi,
yüzde 30’u yabancı olan yeni yatırımcıları elinde İstanbul’lunun deniz
ulaşımının daha uygun bedelle, daha kaliteli hizmetle sağlanacağı
konusunda mutabık mısınız?
Birilerinin bu piyasada birileriyle “rekabet” edip fiyatları
dengeleyebileceğini, size daha ucuz daha konforlu seyahat imkanı sunma
yarışına girebileceğine inanıyor musunuz?
İnanıyorsanız bakın etrafınıza bakalım bu hatlarda “ben de ona binmem,
buna binerim” diyebileceğiniz ikinci bir vapur görebilecek misiniz?
Hayır, göremem diyorsanız bu işin peşini bırakmayalım.
“Evet” gayet de iyi olacak, yola devam diyorsanız ne diyeyim:
Size şimdiden “hayırlı yolculuklar”
www.facebook.com/bulentsoylan
|
|