|
Yeni
saraylılar ve
ah şu İstanbul’un lale zamanları
Günü
anlamak için tarihin derinliklerine göz atmakta yarar vardır derler.
Haydi şimdi gelin, hem tarihin içinde gezinelim hem bu günü
değerlendirelim.
Tarihimizde 1699-1792 yılları arasındaki 93 yıllık süre “Gerileme devri”
diye anılır.
Gerileme devrinin içinde yer alan 1718-1730 yılları arasındaki 12 yıllık
dönemin adı ise “Lale devri”dir.
Lale devrinin temel özelliği, o dönemde yaşamış İstanbul halkı yoksulluk
çekerken, “Saray” çevresinin zevk ve safa içinde yaşamasıdır.
Nitekim 12 yıl gibi kısa bir süreden sonra, halk ve yönetim arasındaki bu
çelişki 28 Eylül 1730 yılında,
Onyedinci Ağa Bölüğü yeniçerisi
Arnavut asıllı Patrona Halil’in önderliğinde çıkan isyana neden olmuştur.
İsyanda, Sultan III Ahmet tahtından, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa da “kelle”sinden olmuştur.
Lale devrinin sembol isimlerinden Şair Nedim de bu karışıklıklar
sırasında hayatını kaybedenlerdendir.
***
Lale’nin edebiyat ve müziğimize yansıması da bu dönemin özellikleri kadar
çelişkilidir:
İstanbul’un zevk ve safalı tarafını yansıtan şarkılarıyla ünlü Münir
Nureddin:
“Erdi bahar sardı yine cihanı
Eğlenelim, raks edelim lale zamanı” derken.
Halk ozanı Aşık Veysel:
“Lale der ki be hey tanrım,
Benim boynum neden eğri” der.
İstanbul için lale, bir taraftan “Saray”ın keyfi iken diğer
taraftaki “sıradan insanlar” için ne kadar da farklı bir duygunun
sembolüdür farkında mısınız?
Lale her yerde bildiğimiz o lale ise, şarkılarla türkülerde neden böyle
başka başka duygular verir insanlara acaba?
***
III Ahmet keyifli bir padişahtır.
Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yüzü batıya dönüktür.
O zamanın tek medya aracı “Matbuat” a özel ilgileri vardır ve
matbaanın işlevsel hale gelişi onların döneminde, 1722 yılındadır.
Lale devriyle birlikte İstanbul'da sünnet ve düğün merasimleri artmıştır.
Her bahar lale zamanında, padişah ve büyük devlet adamları da dahil
Sadabad, Şerefabad, Bağ-ı Ferah, Emnabad, Hümayünabad, Vezirbahçesi
Köşkleri, Çırağan Bahçesi gibi yerlere akın edilir, oralarda fener alayı,
helva ve edebiyat sohbetleri ile devrin şartlarına göre türlü eğlenceler
düzenlenir.
Mimari alanında da İstanbul’a birçok eser kazandırılmıştır.
Sultan III.Ahmed'in Topkapı Sarayı ve Üsküdar’da yaptırdığı çeşmeler,
Emetullah Gülnuş Valide Camii, İbrahim Paşa Külliyesi gibi birçok eser o
sıralarda inşa edilmiştir.
Bu arada, devrin devlet adamları -her nedendir bilinmez- bu günün
İstanbulunda olduğu gibi laleye özel bir merak sarmış ve 200 kadar değişik
türde de lale yetiştirmişlerdir.
***
Buraya kadar iyi de, İstanbul’un “Saray” çevrelerinin keyfine diyecek
yokken, aynı anda alttan alta bu gidişe karşı çıkan ve bir süre sonra dur
diyecek farklı unsurlar da gelişmektedir.
Yeniçeri huzursuzdur.
Padişahın, askeri yönetimde bazı düzenlemeler yapmasından endişelidirler.
Bir kesim, İstanbul’u güzelleştirmek adı altında da olsa; saray, konak,
yalı ve bahçe gibi inşaatları lüks ve israftan saymaktadır.
1723 İran Seferi başlangıçta iyi gitmesine karşın, son gelen haberlerde
işin tersine döndüğü, hatta alınan bazı kalelerin para karşılığı satıldığı
rivayetleri dolaşmaktadır.
Saraydan kimileri ve esnaf arasında tepkiler gelişmektedir.
Padişahın o günlerde İran’a sefer düzenlenmesi beklenmektedir.
Nitekim bir “Sefer” alayı düzenlenir.
Ancak bunun göstermelik olduğu, padişahın sefere çıkar gibi yapıp gece
tekrar saraya döndüğü haberleri yayılır.
Bunun üzerine 28 Eylül 1730 Perşembe günü isyan patlar.
İsyancılar hapishaneden mahkûmları çıkarır, Sipahi Çarşısı ve
Bitpazarı’ndaki silahları yağmalarlar ve Saraçhane’yi kapatırlar.
Sadrazam Damat İbrahim Paşa ve Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa ile bazı üst
yöneticiler öldürülür, III Ahmet tahttan feragat eder, yerine I Mahmut
geçer.
Patrona Halil ve isyana önayak olan ekibin etkinliği kısa sürecektir.
Nihayet 15 Kasım 1730 günü I Mahmut, Patrona Halil ve ekibini ortadan
kaldırır.
***
Gelelim günümüze.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Topbaş, son yıllarda bu “lale”
konusunu yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. 2004 yılından 2009 yılına
kadar olan dönem için verilen rakamlara göre İstanbul’da 13,1 milyon lira
harcanarak 45,4 milyon lale dikilmiştir. 2010 ve 2011 yılı rakamları ile
ABD’ye kadar gidilip katılınan lale festivallerinin maliyeti buna dâhil
değildir.
Şimdi düşünelim bakalım;
Bir dönemin o ünlü “Lale devri” ve “Saray” saltanatı, bu günün İstanbul
yönetiminin bu ağır borç yükü altında yine de canlandırması gereken bir
tablo mudur? Yoksa o dönemlere duyulan dayanılmaz bir özlemin dışa vurumu
mu?
Bu tablo canlandırılırken, İstanbulluların en fazla iki ay sürebilen lale
saltanatına harcanan milyonlarca lirası acaba bu şehri güzelleştirmede
daha uygun yerlere harcanamaz mı?
Belediye iştirakleri kastedilerek,“Para lazım oldukça satıyoruz” diyen
Sayın Başkan için “lazım”lar arasında “lale” ve “lalecilik”
işlerine harcanacak paralar da var mıdır?
Haydi lalenin parası bir yana, acaba İstanbul’un günden güne bozulan şehir
ve mimari yapısı sadece senede en fazla iki aylığına Saraçhanebaşı ile
belirli köşk ve parkları süsleyen lalelerle makyajlanabilir mi?
Bu yamalar şehrin giderek betonlaşan, çirkinleşen halini gizleyebilir mi?
O laleler, Üstad Münir Nurettin’in “Eğlenelim, raks edelim lale zamanı”
dediği gibi şu an ancak “Saray”lı havalarında yaşayan birileri için
söz konusu olan keyifli dönemin simgesi mi?
Yoksa, halk ozanımız Aşık Veysel gibi, laleye “ be hey tanrım, benim
boynum neden eğri” dedirten, o bükük boynunu bir türlü doğrultamamış
halkın çektiği sıkıntılarının bir ifadesi olabilir mi?
İstanbul’un şu kısa lale zamanı geçmeden iyice dikkat edin bakalım, o
laleler size eğlence ve raksı mı yoksa otobüs ve dolmuş duraklarında sıra
sıra dizili, geçim sıkıntısından bunalmış boynu bükük İstanbul halkını mı
anımsatacak?
|
|