Belediye şirketleri, et, ekmek ve petrol istasyonları


Eğer bu bir “Nisan bir” şakası değilse, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Belediye olarak (aslında belediye hesabına demek daha doğru olacak) akaryakıt istasyonu işine de gireceğini söylemiş.
Bu konudaki haberlere göre Topbaş, “Bir marka olsun istiyoruz. İhtiyacı olan bölgelere kuracağız. Bu istasyonların sayısı daha sonra 35'e kadar çıkacak, en azından belediye araçlarının ihtiyacını karşılar" demiş.

Sayın Başkan bir ara da “kasap” zinciri kuracağından söz etmişti.
Malum, şu anda otoparkçılık, inşaat, otobüs işletmeciliği (İETT dışında), deniz taksiciliği gibi pek çok “kamu sermayeli ticari işe” sahip bir belediyemiz var.
İş türü daha fazla da, şirketlerin ve şirketlerin kurduğu şirketlerin sayısı şu anda 32.

Allah versin, bundan sonra sırasıyla; balıkçı, kuruyemişçi, kuaför de açsa gözümüz yok.
Esnaf değiliz ki “bu devlet niye bizim piyasamıza giriyor, haksız rekabet yapıyor” deyip itiraz edelim.

Bizim anlayamadığımız; şu yukarıda sayılanları yaparken devletçi; deniz ulaşımı gibi bir konuda stratejik önemi olan İDO’nun satışında ise 1994 liberali yani “has özel sektörcü” ya da kamu işletmesi karşıtı olunması.

Buna “bizim belediye galiba  “karma”, “karışık” ya da “karmakarışık ekonomi”yi savunuyor” diyebilir miyiz?
Baksanıza bir tarafıyla piyasayı kamulaştırırken diğer tarafıyla özelleştiriyor.
Ne dersiniz?

Şöyle birlikte bir düşünelim bakalım:
Bir kere Sayın Başkan bu petrol işinde “bir marka olsun istiyoruz” diyor.
Doğrusu buradan açıkça anlaşılan, ileride iyi para edebilecek bir ticari marka olma niyetidir. Çünkü kamu hizmeti üstlenen kurumlar hiçbir zaman aynı sektörde çalışan diğer ticari işletmelerle ticari yarışa girmediği, marka yarışı yapmadığı için kamunun marka olma hevesi de olamaz.

İkincisi, piyasa şartlarında bir kamu hizmeti verilirken, olsa olsa onun bu piyasanın kötü işleyişinde yurttaşın ekonomisini desteklemesi, aldatılmaması amacı güdülür. Oysa mesajlarda “
"Petrol kuyularımız yok, o yüzden fiyatlarda bir değişiklik olmayacak. Piyasadaki fiyatların üç aşağı beş yukarı aynısı olacak” denilerek bunun herhangi bir tanzim satışı olmayacağı, sadece piyasada yeni bir firma ve marka oluşturulacağı söyleniyor.
Yani ha falan akaryakıt firması, ha belediyenin akaryakıt firması.
Rekabet serbest.
Al sana bir akaryakıtçı daha.

Yine düşünelim:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, elindeki geniş planlama olanaklarıyla, ruhsatlandırma imkanlarıyla, maddi gücüyle petrol, et, ekmek, inşaat, otopark işlerine giriyor da bunları kurup “markalaştırdıktan sonra” ne yapıyor?
Satıp yeniden paraya çevirmek istemiyor mu?
Alın İspark’ı,
Alın İDO’yu,
Alın Halk Ekmeği,
Alın Hamidiye sularını.
Bunları satıp paralarıyla daha yeni işler yapacağım demiyor mu?

Peki bu kamu parasıyla kurulmuş ama Ticaret Kanunu’na göre “çalıştırılan” işletmelerin böyle kurulup satılması bizim belediyeler mevzuatında gerçekten amaçlanmış mıdır? Yani kanunu yapan TBMM, belediyeler kamu parası ve imkanlarıyla işletmeler kurup kurup satsın, buradan da biraz para kazansın diyorlar mı?

Hayır, hiçbir mevzuat belediyelere böyle bir görev de vermemiştir, ayrıca imkan da.

Peki nasıl oluyor bu iş diyeceksiniz.
Bize göre şöyle:
5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 14. Maddesi, belediyenin neler yapacağını saymıştır.
Kısaca söylemek gerekirse belediyeler “belde halkının yerel ve ortak ihtiyaçları”nı karşılayacak işlere girer.
Yani bir ihtiyaçtan yola çıkar.

Ticari işletme kurup kurup satma ve böylece marka ya da şirket geliştirip satma üzerine ticaret yapamaz.
Ekonomide böyle bir ihtiyaç yoktur.
Bu prensibe rağmen maalesef kanunun arkasından dolaşılarak, bazen belde halkının ihtiyacıdır diye, bazen ipin ucu kaçarak yukarıdaki gibi daha farklı yollarla “marka yaratarak” şirketler kurulmakta, sonra da “kitaba uygun bir biçimde” ihale edilerek birilerine satılmaktadır.

Kural olarak, belediye şirketlerinin kurulmasında İçişleri Bakanlığı’nın izni aranır.
Belediyeler bu izni alırken, kurulacak şirketin yürütülecek kamu hizmeti açısından “ne kadar da yararlı” olacağını ileri sürerler tabii ama şirket kurulduktan sonra bu amaçlarına ne kadar hizmet ederler, o çerçeveyi ne kadar muhafaza ederler orası hayli tartışmalıdır.
Kurulan şirketler, yine İçişleri Bakanlığı’nın hala iptal edilmemiş bir genelgesine göre kendi belediye meclisleri tarafından dahi “denetlenmemesi” gereken işletmelerdir.

Bu belediye şirketleri bu günlerde kendilerini daha da serbest sayan yeni bir model geliştirmişler ve İçişleri Bakanlığından kuruluş izni alma işinin bile arkasından dolanmayı başarmışlardır.
Artık yeni şirket kurma izni istemek yerine, mevcut belediye şirketlerinden beşi bir araya gelip yeni bir şirket kurmaktadırlar.
Belediye Kanunu olaya düz bakıp “belediyelerin şirket kurması” işini düzenlediği için, “belediye şirketlerinin şirket kurması” formülü de tıkır tıkır çalışmakta, Bakanlık buna nedense bir şey dememektedir.

O zaman elindeki kamu imkanları ve kamu parasıyla, kimseye danışılmadan istenilen şirketin kurulması, kimseye hesap vermeden işletilmesi ve sonra da ben bunu 1994 yılında çıkan kanuna göre mecburen özelleştiriyorum denmesinin yerel yöneticilik mantığına, belde halkının hangi amacına ve nasıl hizmet ettiğini sorsak acaba sağlıklı bir cevap alınabilir mi?

Son söz olarak şunu söyleyelim: Belediyelerin iştiraki ve son zamanlardaki buluş; bu iştiraklerin iştirakleri olan ticaret şirketleri işinin suyunu epeyce çıkarmıştır. Bu iş çoğu zaman bir kamu hizmeti değil, kimi belediyelerin arka bahçesini yaratma işi haline getirilmiştir. Bunların derhal tasfiye edilmesi, bir kısmının gerçekten özel sektöre devredilmesi ve gerekli olanlarının da doğrudan belediye işletmesi haline getirilmesi gerekmektedir.

Yok, bu şirketlerin de yararı var; otobüs işini yavaş yavaş özel sektöre devredecek olsak bile benzin istasyonları olsun, bakın en azından belediye otobüsleri yakıtlarını buradan alacaklar gibi haberde geçen gerekçeleri ileri sürecekseniz, o zaman ben de herkesin bildiği klasik örneği veririm:
Peki, belediye makamlarında içilen kahvelerin sütünü tedarik için niye bu arada birkaç da inek beslemeyi düşünmüyorsunuz ki?