|
Meslek odasında anlatılacak
ekonomi politikası nasıl oluşur?
Siyasetin ilk adımında hep “strateji” vardır.
Hani, yola çıkmadan önce ne tarafa gitmeniz gerektiğini bilmeniz gerektiği
gibi.
İstanbul’un falan mahallesindeki kahvede pişpirik oynamakla oyalanan
vatandaşlara bile, kime oy vermeleri gerektiğini anlatabilecek forma
girebilmenin olmazsa olmazı, “Ulusal Strateji” hakkında bir fikrinizin
olmasıdır.
Bu işe başlarken önce ulusaldan başlayıp uluslararasına kadar açılan geniş
bir alanda kapsamlı değerlendirmeler yapar, sonra da, bu koşullarda dönen
bir dünyada kendi ülkeniz için ne tür çözümler geliştirilebileceğini
tesbit edersiniz.
Örneğin, bir Amerika Birleşik Devletlerini, Avrupa Birliğini, Çin’i,
Hindistanı, Japonyayı, Afrikayı, bölge ülkelerinizi karşınıza koyar ve
“acaba ben bu ulusların arasında ve bu dünya dengelerinde, içinde
bulunduğumuz bu konjonktürde ülkem adına neler yapabilirim” der, kendi
boyunuzu ve bu dengeler arasındaki durumunuzu hesaba katarak, hatta bir
ölçüde fütürist (geleceği tahmin eden) bakış açısıyla yapılabilecek
olanları belirlersiniz.
Dersiniz ki, ben bu dengeler içinde şu kadar küresel, bu kadar ulusal
davranarak, şu ülkelerin girdiği, bu ülkelerin henüz giremediği pazarlara
girer, şu ilişkilerle ondan alırım, buna satarım ve ülkemin ekonomi
politikasının şöyle şöyle gelişmesine çalışırım; çünkü içinde bulunduğumuz
dünya koşulları ülkemize ancak böyle bir manevra imkanı vermektedir.
Ülkeler böyle bir dünya üzerindeki pazarda birbirleriyle yarışırken, aynen
karşılıklı dükkanları olan iki esnaf kadar “kapitalist” duygularla hareket
eder ve birbirleriyle rekabet içindedirler. Bu ilişkilerde her ülke
“öncelikle” ve “mutlaka” kendi ekonomisini ve dolayısıyla kendi halkını
korur.
Dostluk ve düşmanlıklar, kısa ya da uzun vadede hep karşı ülkeden ekonomik
beklentiler üzerine inşa edilir.
En büyüğünden en küçüğüne kadar her ülke, bu ilişkinin karşı ülkenin
ekonomisinden kendi ekonomisine ne kazandıracağına bakar. Uluslararası
ittifaklar, yakınlaşmalar, yardımlar ve desteklerde, hatta liderlerin
birbirlerinin özel davetlerine katılmalarında bile her zaman, bu dış
politik ilişkilerin kendi ekonomilerine “ne kazandıracağı” konusu vardır.
Ekonomide sosyal demokratça politikalar ancak bu dış politikalardan
kaynaklanan kazançların içerideki dağıtımı ya da tam tersi, dışarıya
kaptırılan ekonominin kimlerin sırtına yükleneceğinin seçimi sırasında
konu olabilir.
Bunu da örneklendirelim; diyelim ki siz falan Afrika ülkesiyle herhangi
bir nedenle yakınlaştınız ve bu ilişkinizi ticaretin belli bir alanında
kullanma şansınız var. Magazin basını misafir ülke başkanının eşinin ne
kadar da zarif kıyafetleri olduğunu, kapalı çarşıyı ve boncuklarını ne
kadar sevdiğini, boğaza hayran kaldığını anlatsa da, siz o davet masasına
sadece, bu ilişkiden “Kendi ekonominizin ne kazanacağına bakarak”
oturursunuz.
Bu ilişkiden kazanılacak paranın karşı ülkede kimi zengin edeceği, kimi
fakirleştireceği, hangi sektörü çökerteceği asla sizin düşünmeniz gereken
konulardan değildir. Aynı şekilde birileri de bu alışverişten sizin
ekonominizde kimin karlı kimin zararlı çıkacağınızı düşünmeyecektir.
Liberal ya da sosyal demokrat politikaların seçimi işte tam bu noktadan
sonra, iç siyasette ortaya çıkar. Siz bu aşamada meydana çıkar ve bu
uluslararası ticari ilişkide toplumun şu kesimleri kazansın, ya da yükü şu
kesimler çeksin, bizim politik tercihimiz şunlardan yanadır
diyebilirsiniz.
Siyasetin, nasıl olacağı konusunda tercihte bulunması gereken iç (dahili)
ekonomi politikaları ya da halkın refahı konusundaki yeni modelleri işte
bu temel üzerine oturur.
Yine örnek olsun diye söyleyelim; tekstilinizin neden desteklenip
desteklenmeyeceği, tavukçuluğun özendirilmesi, otomobil üreticileriyle
nasıl bir dengenin yararlı olacağı, et ithalatının gerekip gerekmediği,
kaçak yabancı işçiye müsamahanın ya da tepkinin bu ülkeye ne getireceği
konusundaki temel değerlendirmeler ortaya çıktıktan sonra, döner; iç
siyasette ileri süreceğiniz ekonomi politikasının esaslarını üstelik
birbirleriyle çelişmeyecek biçimde ortaya koyarsanız.
Çünkü bu belirlemeler olmadan, ne örnekteki tavuk üreticilerine ne de
otomotiv yan sanayicilerine verebileceğiniz mesajların sağlam ve
anlaşılabilir bir “dayanağı” olamaz.
Zaten karşınızdaki üretici/sanayici kesimi de, uluslararası konjonktür
bilgi ve değerlendirmelerine dayanmayan politik mesajlara güvenemeyecek,
sözleriniz sağlam bir temele dayanmadığında size pek fazla bel
bağlamayacaktır.
Bu gruba rahatlıkla ülkenin meslek odalarını da ekleyebilirsiniz.
Örnek verelim: Uluslararası ilaç tekellerini, bu tekellerin dünya
üzerindeki dengelerini ve zaaflarını bilmeden, onlara karşı
yapabileceklerinizi ölçüp tartmadan, ülkenizin ve hitabetme gereğini
duyduğunuz meslek grubunun çıkarının hangi hamlelere bağlı olduğunu,
onların sizden ne söylemenizi beklediklerini kararlaştırabilir ve bu
konuda örneğin bir eczacılar odasının toplantısında “hah işte özlediğimiz
siyaset bu, duymak istediğimiz mesaj bu!” dedirtecek bir ekonomi
politikası anlatabilir misiniz?
Türkiye ekonomisinin günden güne güçsüzleştiği, dertsiz sektörün kalmadığı
bu günlerde iktidar partisinin yanlışlarını ortaya koymanın yolu öncelikle
bu konularda ciddi hazırlıklara girmektir.
Bu hazırlıklar kolay değildir. Böylesi işler ancak vizyon sahibi,
kendisini o kesimlerin yerine koyup düşünebilen, bu tür olayları kolayca
kavrayıp çözümünü üretebilen kadroların yoğun biçimde çalıştırılmasıyla
başarılabilir ama mutlaka başarılmalıdır.
Ekonomik olarak kaybeden, ezilen, çaresizlik içinde çırpınan kesimlere
iktidarın bu işi beceremediğinin tekrar tekrar söylenmesi bir yenilik
değildir; buluş da değildir. Bunlar, onlar için olsa olsa malumu ilan
etmek yani onlara zaten kendilerinin de bildiği ve dert yandığı işleri
yeniden anlatmaktır.
Adeta “birlikte ağıt yakmak”tır.
Bu kesimlerin bir siyasi partiden beklediği şey, sıkıntılarının ne
olduğunu dinlemek değil; bu sıkıntıların, yukarıda sözünü ettiğimiz genel
dengeler içinde geliştirilmiş sosyal demokrat modellerle nasıl
çözüleceğini anlatmaktır.
Buna rağmen onları istediğimiz ölçüde yanımıza
çekemezsek, bu sonuç;
karşımızdaki insanların kendi dertlerini çözmeye, bütün samimiyetleriyle
kendilerinden yana bir iktidar kurmaya talip olanlara “her nedense “ bir
türlü oy vermemesinden değil, bizim kendi çözümlerimizi iyice geliştirip
karşımızdakilere bizden bekledikleri çerçevede anlatamamamızdan
kaynaklanacaktır.
Hazırlıklarımız bu çerçevede olmalıdır.
Anlatacak olanlar bunları iyi anlatmalıdır.
|
|