“Tünel-i Bahri” ve işte tam o noktada
Bu dönemin bir sıcak para dönemi olduğu konusunda kimsenin itirazı yok
sanırım.
Nedir sıcak para?
Paradan para kazanma devri.
Kimsenin yatırım gibi uzun ve meşakkatli işlerle uğraşmadığı, kazancın
nerede olduğunun artık bilgisayar ekranlarından izlenip yatırımın klavyeye
küçük bir parmak temasıyla dünyanın bir borsasından bir başka borsasına
aktığı, erbabının tarifiyle “paranın her gün takla attırıldığı” bir dönem.
Bu dönemin bir başka niteliği de, ortadaki paranın sıcaklığı kadar,
özellikle bizim ülkemizin kıyılarının da bulunduğu Akdeniz’de suların da
hayli sıcaklamakta olduğu.
Peki, böyle bir dönemde birilerine “gel bize şu yatırımı yap” karşılığını
da önümüzdeki 30-40 yılda al deseniz ne der?
Cevabını herkes sessizce kendi kendine versin.
***
Tarih tekerrürden ibarettir derler.
Bu, ekonomik ilişkilerde daha da geçerli olmalı.
Çünkü “sermaye” her dönemde aynı duyguları taşıyor; hangi ortamda
büyüyecekse, sahiplerine hangi koşullarda iyi bir şeyler kazandıracaksa
ona doğru yöneliyor.
Ya onlara bu imkânları sağlayanlar?
Onların da pek fazla değiştiğini sanmıyorum.
Sultan Abdülaziz dönemi.
O zamanki takvime göre binikiyüzseksenaltı (şimdiki 1869) yılı “safer”
ayının yirmi dokuzuncu günü…
Şöyle buyuruyor padişah:
“Galata’dan Beyoğlu’na yeraltından tünel açılarak bir demiryolu
inşasına müsaade edilmesi Fransız tebaasından Mösyö Gavand tarafından
istida edilmiş…
Tayin edilen imtiyaz müddeti ile, adı geçen tünelin kazılmasına ve yolun
inşasına ait ruhsatı ihtiva eden divan-ı hümayunumdan bu emir çıkıp…”
“Tünel” için yatırımcılar 180.000 altın lira harcıyorlar.
Bu iş için şimdiki gibi devlet kesesinden beş kuruş bile çıkmıyor ama
bakın bu paralar ziyadesiyle halktan nasıl çıkıyor:
O dönemlerdeki tünelin ortalama yıllık geliri 50.000 Altın lira olarak
kaydediliyor..
Yani kabaca henüz dördüncü yılda, İstanbul halkı yatırımcıya parasını geri
ödüyor.
Beşinci yıldan, tünelin bu kez 175.000 lira verilerek millileştirildiği 1
Mart 1939’a kadar geçen 60 yılda yaşayan üç nesil İstanbullunun ne
ödediğini hesaplamayı da gelin meraklılarına bırakalım.
Tünel’i hizmete açtıktan bir yıl sonra (1876) aynı inşaat mühendisi
Mösyö Gavand, bu kez İkinci Abdülhamid’e bir teklif sunuyor: “Gelin
size bir de boğazın altından “Sarayburnu-Üsküdar” arasında bir tünel
“Tünel-i Bahri” yapayım” diyor.
***
Safer ayının hayırsız sayılmasından mıdır nedir, tünel işini kotaran Mösyö
Gavand, bir süre sonra işi ele geçiren İngilizler tarafından yönetimden
uzaklaştırmış ve tünelin açılış merasimine bile katılmamış.
Tünel-i Bahri, yani boğazın altından geçecek olan Sarayburnu-Üsküdar
arasındaki tünel ise Sultan İkinci Abdülhamid’in bütün gayretlerine karşın
gerçekleştirilememiş. Çünkü 1854 Kırım Savaşı sonrası borçlanmaya başlayan
Osmanlı, bu borçlarla 20 yıl kadar cebelleştikten sonra nihayet 30 Ekim
1875 tarihinde, “Ramazan Kararnamesi” ile maliyenin iflası ilan edilmiş,
borçların ifası için de bir plan sunulmuştur.
1876 tarihinden sonra gelirler borç faizlerini bile karşılayamaz duruma
gelmiş ve ödemeler tamamen durmuştur.
1876-1881 yılları arasında
Osmanlı Devleti,
borçların ödenmesiyle ilgili mali sistemini bir türlü düzeltememiştir. Bu
nedenle alacaklı devletlerin ve bankerlerin yoğun baskı ve lobileri
sonunda yapılan müzakerelerde, alacaklılar anaparalardan önemli ölçüde
indirimler yapmış ancak
28 Muharrem 1299
tarihinde (20 Aralık 1881) açıklanan bir nizamname ile borçların ödenmesi
için devletin iktisadi faaliyetlerinin yönetimi yabancıların kontrolüne
verilmiştir.
***
Bu ünlü kararname ile, borçların ödenmesi için, devletin tüm iktisadi
faaliyetlerinin yabancılar adına kontrol edilebilmesi amacıyla
Duyun-u Umumiye
(borçlar idaresi) kurulmuştur.
Böylece, Osmanlı ekonomik bağımsızlığını kaybetmiştir.
Bu kısa tarih turunda dikkati çeken noktalar şunlardır:
-Galata-Beyoğlu Tüneli de, Sarayburnu-Üsküdar arasında boğazın altından
geçecek olan “Tünel-i Bahri” de bu günkü anlamda birer yap işlet devret
modelidir.
-Her iki tünel için de yapım teklifleri “dışarıdan” gelmiştir.
Padişahların projeleri değildir.
Çünkü o tarihlerde padişahların maaş ödemeye mecalleri yoktur.
-Galata-Beyoğlu tünelinin teklif edildiği 1869 yılında devlet henüz kendi
yağıyla kavrulabilirken, tünelin açıldığı 1876’da yani yedi sene sonra
Ramazan Kararnamesi ile iflasını ilan etmiştir.
Ne gariptir ki, devletin “iflasını ilan ettiği bu yılda” bu kez de
padişaha “Sarayburnu-Üsküdar” boğaz geçişi işinin teklifi yapılmıştır.
Bu teklifin üzerinden beşinci sene geçerken de, Osmanlı 20 Aralık 1881
tarihli ünlü batış ve teslimiyet belgesi “Muharrem Kararnamesi”ni
imzalamış ve ardından tüm ekonomisini yabancıların idaresine devretmiş,
Düyun-u Umumiye idaresi kurulmuştur.
***
Sayın Başbakan, eski adıyla “Tünel-i Bahri”nin temel atma töreninde o
günleri anarak “
151 yıllık bir gecikmeyle bu noktadayız.
Bunu hayal edenlere Allah'tan rahmet diliyorum.
Bize nasip olmasından gurur duyuyoruz." diyor.
Bunları duyunca, biz de 151 yıl geriye, “tam da o noktaya” gittik ve o
yıllarda bunları hayal edenlerle bu güzel hayalin tarihteki izlerini
birlikte gözden geçirelim istedik.
Bakalım bir sonraki 151. Yılda tarih bu günlerimizi nasıl yazacak?
Bu dönemi nasıl anacak.
|