İyi
ki Birleşmiş Milletler burada değil
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Topbaş, bu günlerde UCLG’nın
başkanı sıfatıyla Birleşmiş Milletlerde konuşma yapacakmış.
UCLG, bir tanıma göre dünyadaki en büyük belediyecilik organizasyonu imiş.
Buraya kadar güzel.
Nereden baksanız Türkiye reklamıdır, mutlu oluruz.
Ama iyi ki Birleşmiş Milletler burada değil de Sayın Başkan Amerikalarda
konuşuyor ve o milletler de söylediklerini oralarda dinliyorlar.
Ya bir de burada konuşsaydı da cümle âlem aynı anda buradaki belediyecilik
harikalarını da öğrenseydi…
***
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bir kısım belediyecilik hizmetlerinin daha
iyi görülebilmesi için bazı “ticaret şirketleri” kurmuştur.
Bunlar “ticaret şirketi” olsa da, kendilerine kuruluş izni verilirken
“kamu hizmeti” yapacakları kabul edilmiştir.
Yani şekil olarak ticaret şirketidir, faaliyet olarak kamu hizmetinde
olmalıdırlar.
Her
ne kadar bunların Türk Ticaret Kanunu’na göre seçilmiş yönetim kurulları,
yönetim kurulu başkanları var ve sevk ve idareleri hukuken bu kurulların
elinde sayılırsa da, bu seçilmiş kurulların sevk ve idareleri aslında
fiilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının elindedir.
Neden mi?
Çünkü bu şirketlerin nihai ve tek hissedarı İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanıdır.
Ticareten ya da siyaseten beğendiğini yönetime getirir, beğenmediğini
anında götürür.
Farz edin ki çok büyük bir sermayeniz var, yirmibeş çeşit iş yapmak için
yirmibeş ayrı şirket kurdunuz ve başlarına da beğendiğiniz adamları
yönetim kurulu üyesi olarak koydunuz.
İşleyiş mantığı aynen öyle.
***
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, elindeki pek çok belediye
şirketinden biri olan “Konut ve Hizmet Yönetim İşletmeciliği A.Ş.”nin
görevini ve adını değiştirerek “Otobüs A.Ş.” yapmıştır.
Bu şirketin birikimi Konut ve Hizmet Yönetimi iken otobüsçülük yapabilir
mi?
Neden olmasın, kamu hizmeti değil mi, yapsın deyince bal gibi yapar.
Sözde kendi yönetim
kurulunun sevk ve idaresinde, aslında İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı’nın kumandasındaki bu şirket bakın bu günlerde ihaleye çıkardığı
hatlarda otobüs işletecek kişilere hangi kuralı koydu:
"İşletmecilik Açısından Yasaklanmış Hususlar:
10.16.3- Yolcuları rahatsız edecek derecede alkollü kişileri taşımak."
Yolcuyu taşıyacak olan kim?
Otobüsün şoförü
Taşımayacak olan kim?
Yine otobüsün şoförü.
Yolcunun diğerlerini rahatsız edecek derecede alkollü olduğuna karar
verecek kim?
Otobüsün şoförü.
Bu durumda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, bir kamu hizmeti olan
şehir içi yolcu taşımacılığında, gece yarısı durakta bekleyen herhangi bir
yolcuyu alkollüdür diye almama ya da aşağıya indirme lüksünü otobüsün
şoförüne vermiş değil midir?
Vermiştir.
Otobüsü kullanan şoför arkadaş bu işin bir standardı ya da kullanacağı
ölçü aleti olmadığına göre takdir hakkını doğal olarak kendisinin alkolden
nefreti ölçüsünde kullanacak mıdır?
Evet.
Türkiye, elli küsur yıldır kendini Avrupalı saydırmak için kapıda bekler,
tüm işlemleri tamamlanınca bile bütün Avrupalıların tek tek bizi aralarına
kabul edip etmeme konusundaki halkoylamasına razı olmuş mudur?
Evet.
Bir tek Güney Kıbrıs, Fransa ya da Almanya halkı olmaz dese aynen o otobüs
yolcusu gibi ortada kalır mıyız?
Kalırız.
Bu memleketlerden Güney Kıbrıs kişi başına yılda ortalama 11,5 litre alkol
tüketir.
Almanya 11,9
Fransa 11,4
Türkiye’nin kişi başına yıllık alkol tüketimi ise sadece 1,4 litredir.
Kaba bir hesapla Avrupa’daki toplu taşıma araçları bizden sekiz kat daha
fazla alkollü yolcu taşırlar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, toplu taşımada Avrupa standartlarına
ulaşmak için işte bu Avrupalıların “EN 13816 Toplu Taşımacılıkta Hizmet
Kalitesi” standardını örnek alır.
Alır da ne yapar?
Avrupalının sekiz kat fazla içki tükettiği halde sorun etmeden taşıdığı
yolcuyu halk otobüsü şoförünün takdirini “zorlayarak” arabadan indirmeye
kalkar.
***
Düşünelim bakalım;
Bu “otobüs baskısı” değil de nedir?
Daha doğrusu hissettirilmek istenen bir baskının şark kurnazlığıyla halk
otobüsçüleri üzerinden uygulamaya konması değil midir?
“Tıksırana kadar için”e İstanbul’dan kafiye uydurmak değil midir?
Düşünelim bakalım;
Bu kuralı bir taşımacılık mevzuatı olarak resmen ilan edip vapurlarda,
trenlerde, uçaklarda, metro ve metrobüslerde uygulamayıp, bir “sözde
ticari” şirket eliyle ve “halk otobüslerinde” uygulatmaya kalkmak; bu
otobüsleri işletecek esnafa “sarhoş almayacaksın, alırsan lisansını
iptal ederim” demek Avrupa’daki ya da dünyadaki hangi belediyecinin
kabul edebileceği türden bir uygulamadır?
Tutun ki o otobüslerden birinin şöförü İstanbul’da gece eğlencesinden
dönen bir yabancıyı alkollü diye kapı dışarı etti;
Duyulduğunda böyle bir olayın Türkiye’yi ne duruma sokacağını
düşünebiliyor musunuz?
Bu günlerde İstanbul’da yaşanan bu olay acaba Sayın Başkan’ın konuşacağı o
binlerce kilometre ötedeki Birleşmiş Milletlerin kulislerinde duyulsa,
orada atılacak nutkun da, UCLG başkanlığının da bir yararı olabilir mi?
Orada kürsüye çıkılıp “konuşulur” ama “dünyaya “hitap”
edilmiş olunabilir mi?
|