|
Görüşmesek de bilginiz olsun sevgili AKP’liler
İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisinin CHP Grubu, 13 Aralık 2010 günlü toplantısında İDO (İstanbul
Deniz Otobüsleri A.Ş.) nin satışı ile ilgili bazı konuların görüşülmesini
isteyen 111 imzalı bir “Genel Görüşme Önergesi verdi.
Meclis üyelerinin bu önergenin kabulü ya da reddi konusunda bir şey
söyleyebilmeleri için önce dinlemeleri ve neyin önerildiğini öğrenmeleri
gerekirdi.
Ancak bu yapılmadı.
Başkan vekili tamamı 12 sayfa olan ve aşağıda tamamını verdiğimiz
önergenin okunmasına izin vermedi ve, "özetini okuyorum" diyerek satır
satır sadece aşağıda yer alan yarım sayfalık giriş kısmını okudu.
Sonra da bu konuda görüşleri sordu.
Önerge üzerinde lehte görüş bildirmek istediğimizde, sadece beş dakika
konuşabilirsiniz diyerek o sürede önergenin ancak baştaki birkaç sayfalık
kısmını okumamıza imkan tanıdı. Ardından aleyhte görüşe söz verdi ve
böylece 111 kişinin imzası ile verilen ve muhtemelen 35 dakikada okunması
tamamlanabilecek aşağıdaki metni, yani içinde ne yazılı olduğunu imza
sahipleri dışında Mecliste kimsenin bilemediği bu önergeyi oya sundu.
Neden genel görüşme istendiğini öğrenemeyen AKP’li üyeler, bu önergeyi
sırf CHP grubunun 111 üyesi verdiği için olacak, okunmadığı için “ne
olduğunu tam öğrenemeden” reddetti.
Red gerekçeleri arasında ise, bu konunun daha önce "saatlerce"
tartışıldığı iddiası vardı.
Bunun böyle olmadığı elbette tutanaklarda var.
Red gerekçesindeki samimiyetin derecesi ise bu olaydaki tavırda bile
görülüyor.
Oysa aşağıdaki metnin giriş kısmında da görüleceği üzere bu önergede,
Meclisin “aşılması gereken bir onay makamı işlevi gördüğü değil, bu önemli
olayın her yönüyle gerçekten tartışılabildiği, ortaya çıkacak gerçekler
üzerinde karşılıklı mutabakatın sağlanabileceği bir çatı olarak görevini
yapmasıyla daha büyük bir anlam kazanacaktır.. diyorduk.
Çünkü:
İDO, çeşitli tahmin ve yorumlara göre yaklaşık 5 milyar dolara satılacak.
İDO, bu şehrin deniz ulaşımının bir yabancı armatöre teslim edilmesi yada
edilmemesi ile ilgili.
İDO, 12,5 milyon İstanbullu ve Marmara havzasındaki milyonlarca yurttaşın
aldığı kamu hizmetinin ticarete, kendilerinin yolcu olmaktan çıkıp yeni
sahibine "müşteri" edilmesiyle ilgili.
İDO, bu insanların karşısına en az 30 yıllığına bir deniz ulaşımı tekeli
çıkarılması olasılığı ile ilgili.
Biz, isterdik ki bu önemli olayda bazı hukuk ihlalleri olmasın, bu konu
yıllarca sürecek davalara konu olmasın. Tartışalım ve yanlışları
düzeltmenin yolunu bulalım.
Bunları Meclis kürsüsünden söyleyemedik ama yine de, bu önergeyle sadece
İBB tarihine böyle bir "şerh" koymakla yetinmeyip, ne olduğunu anlama
fırsatı bulamadan reddetmek durumunda kalan Meclis üyelerimizi
bilgilendirmek istedik.
Bu önerge, 111 kişinin ortak düşüncesini ve imzasını taşısa da, sonuçta
Muhalefetin görüşüdür “siyaset için yapılıyor” denebilir. İleri sürülen
her görüş kabul de görmeyebilir. Ama orada görev yapanların ben bunun
okunmasını dahi istemiyorum, üyeler “gözlerini kapatsın vazifelerini
yapsın” demeleri onlara haksızlık olmaz mı?
Bu nedenle, o okunmadan reddedilen önergeyi aynen aşağıya alıyoruz.
Her ikisi de kabul.
Takdir, sonuna kadar okuyup “doğrudur” ya da “yanlıştır”
diyebilenlerindir.
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
MECLİS BAŞKANLIĞINA:
Konu: Genel görüşme önergesi
Biz aşağıda imzası bulunanlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
iştiraklerinden olan İDO’nun satışına ilişkin aşağıdaki genel görüşme
önergemizin gündeme alınmasını arz ederiz.
Bu genel görüşme talebimizin amacı, İDO’nun satışı gibi stratejik olarak
çok önemli, 12,5 milyon İstanbullunun günlük yaşamı ile birebir ilgili,
bedeli oldukça yüksek bir konuda, bizim yanlış olarak gördüğümüz noktaları
dikkatinize sunabilmemiz, yapılacak görüşmelerde, varsa yapacağınız
açıklamalarınızla haklı yanlarını anlayabilmemizdir.
Eğer gerekçelerini aşağıda sunacağımız konularda, burada etraflıca
tartışabilirsek, birbirimizi belli ölçülerde dahi olsa ikna edebilirsek;
Meclisimiz, oy üstünlüğünün her şeyi belirlediği ve İDO satışında sadece
aşılması gereken bir onay makamı işlevi gördüğü değil, bu önemli olayın
her yönüyle gerçekten tartışılabildiği, ortaya çıkacak gerçekler üzerinde
karşılıklı mutabakatın sağlanabileceği bir çatı olarak görevini yapmasıyla
daha büyük bir anlam kazanacaktır..
Aşağıda belirteceğimiz önemli tereddütlerimize rağmen bu konuda genel
görüşme açılmasını isteyen önergemizin reddedilmesi halinde, maalesef bu
tereddütlerimiz giderilmiş olamayacağı için son çarenin yargıda aranmak
zorunda kalınacağını da şimdiden belirtmek isteriz..
1.İstanbul'un deniz ulaşımı, 06.04.1987 tarihine kadar büyük ölçüde
Türkiye Denizcilik İşletmeleri Şehir Hatları İşletmesi (ŞHİ) tarafından
sağlanırken, bu tarihte İstanbul Büyükşehir Belediyesi, deniz ulaşımını
sağlayan ikinci bir birimi, İstanbul Ulaşım ve Ticaret A.Ş. yi kurmuştur.
Şirkette 02.09.1988 tarihinde unvan değişikliği yapılmış, işletme İstanbul
Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.(İDO) adını almış, bünyesindeki
Deniz Otobüsleri ile Marmara denizinde ve de boğazda deniz taşımacılığı
yapmaya başlamıştır.
Daha sonra, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 31.01.2005 tarih ve 2005/03
sayılı Kararı uyarınca Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.'nin Şehir
Hatları İşletmesi ve Deniz Yolları İşletmesi, faaliyet gösterdiği bazı
hatlarda yolcu ve araç taşıma hizmetlerinden çekilmiş ve ardından Haliç
Tersanesinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi(Belediye)'ne devrine karar
verilmiştir.
İBB ile TDİ arasında 15.3.2005 tarihinde yapılan protokole göre “İstanbul
Şehir içi ulaşımının entegrasyonunun sağlanarak bu hizmetlerin tek elden,
aksatılmadan ve güvenli bir şekilde yürütülmesi temin edilecek”, Bu
hizmetlerin ve anılan bölgede deniz yoluyla şehir içi ulaşımda kullanılan
araç ve gemi, demirbaş ve yedekleri ile birlikte, İBB’ye devredilecektir.
Devrin bedeli, bu kararın yürürlüğe giriş tarihinden itibaren ilk üç yılı
ödemesiz, izleyen birinci yılda 3.820.000, kalanı altı yıl içinde
3.000.000 dolardan taksitlerle 7 yıl içinde ödenmek üzere toplam
21.820.000 ABD Dolarıdır.
İskeleler bedelsiz devredilecektir.
Haliç Tersanesi de, devredilecek gemilere hizmet vermek üzere 4046 Sayılı
Kanunun hükmü uyarınca yine bedelsiz olarak İBB’ye bırakılacaktır.
Protokolün 6.9 maddesine göre "tahsis edilen iskele ve hizmet binaları
tahsis amacı dışında kullanılamayacaktır”.
2. O tarihlerde bu protokole İBB adına imza koyan Sayın Topbaş, 5 Temmuz
2010 günü yaptığı konuşmasında,
“Şehir hatları vapurlarının şehrin kimliğini ifade eden gemiler olduğunun
altını çizmiştir. 35 tane gemiyi rehabilite ettiklerini, bunlar için 6,5
milyon TL harcandığını ve artık hurdaya çıkacak gemilerden yedisinin 40
yıl daha hizmet edecek hale getirildiğini”
söylemiştir.
3. Bu işlerde, İBB’nin sadece devralınan şehir hatları gemileri için
üstlendiği maliyet 21.820.000 ABD doları ve 6,5 milyon TL olmuştur. Toplam
rakam, kabaca 25 milyon dolar olarak kabul edilebilir.
Anlaşılacağı üzere, 25 milyon dolarlık bedele bunların iskeleleri ve çok
değerli bir mülk olan Haliç Tersanesi dâhil değildir.
4. Yaklaşık 400 bin vatandaşın kullandığı oyla seçilen ve klasik şehir
hatları vapuruna en yakın tasarım olan 4 numaralı model, Türk
tersanelerinde inşa edilmiş ve 23 Temmuz 2008 tarihinde yapılan törenle
suya indirilmişti.
İDO’dan verilen bilgiye göre ilk aşamada 5 adet üretilen 4 numaralı
vapurların ilki olan Fatih’in ardından üçer ay ara ile diğer vapurlar
hizmete girecekti. Bu vapurların adları Kadıköy, Beyoğlu, Beykoz ve
Sarıyer idi. Nitekim bunlar şimdi İstanbul Şehir Hatları Vapurları
arasındadır.
İDO bunların her birinin maliyetinin 9,3 milyon dolar olduğunu (Toplamı
46,5 milyon dolar veya yaklaşık 70 milyon lira) açıklamıştır.
5.Yukarıdaki 25 milyon dolarlık maliyet ve bu beş vapurla birlikte
ulaşılan maliyet 71,5 milyon dolardır.
6. Daha sonra Haliç Tersanesinde “Sütlüce”, “Hasköy” ve “Kasımpaşa” adlı
üç gemi daha üretilmiştir. Bunların inşa maliyetleri de yine İDO
tarafından 9,4 milyon Euro (Yaklaşık 14 milyon ABD doları) olarak
bildirilmektedir.
Demek ki bu kaba hesaplara göre filoya eklenen son üç gemi ile birlikte
İstanbul Şehir Hatları vapurlarının maliyet değerleri 85,5 milyon
dolardır.
7. Bunun yanı sıra, 75 bin metrekarelik arazi üzerinde yer alan Haliç
Tersanesi'nin artık tersane olarak kullanılmayacağı bilinmektedir.
Haliç'in kıyısında yer alan tersaneyle ilgili olarak değerleme uzmanları,
emsal değerinin 1,5 civarında olacağını tahmin ettiklerini, bu emsalle ve
ticari vasıf şartıyla, başka bir imar sınırlaması getirilmemesi durumunda
fiyatın 350 milyon dolara çıkabileceğini belirtmektedirler.
8. Şehir Hatlarının diğer 49 iskelesinin değeri bu rakamın dışında olmak
üzere buraya kadar saydığımız şehir hattı vapurları ve Haliç Tersanesi’nin
değerleri toplamı, (85,5+350=) 435,5 milyon dolara ulaşmaktadır.
9.Bedeli toplama dâhil edilmeyen 49 iskele ile bu hatların işletme
imtiyazı hesaba katılmaksızın, sadece gemiler ve Haliç Tersanesi 435,5
milyon dolar veya yaklaşık (435,5X1,5=) 653,25 milyon (Eski para ile 653
trilyon 250 milyar) liralık bir değer ifade etmektedir.
10. Sayın Kadir Topbaş’ın verdiği bilgiye göre İDO, bu beyanın yapıldığı
tarih itibariyle ; “Günde; 82 iskele, 105 gemi ile, bin 300 sefer
yapmakta, yılda 100 milyonun üzerinde insan, 6 -7 milyon civarında araç
taşımaktadır ve Dünyanın en çok insan taşıyan hizmet veren deniz
işletmesidir.”
11. Bir başka demecinde Sayın Topbaş
“Yolcu sayısında ve kârlılıkta her yıl yeni rekorlara imza atıyoruz. Yeni
vapur ve gemilerle filomuzu büyütüyoruz. Ayrıca yılların yıpratıcı
etkisiyle kullanılamaz hale gelen vapurlarımızı bakıma alıyor ve
yeniliyoruz.
Böylece bu gemilerin ömrünü uzatıyoruz. Bundan başka tüm iskelelerimizi de
yenileyerek yarınlara hazır hale getirdik. İstanbul kent-içi ulaşımında
deniz ulaşımının payını artırmayı hedefliyoruz.
Halkımıza denizyolunu tercih etmelerini tavsiye ediyoruz. ‘Önceliğiniz
köprü değil, deniz yolu olsun’ diyoruz.
Bu kapsamda İstanbul’da deniz ulaşımının kent içi ulaşımdaki payını
yaklaşık yüzde 2,5’tan yaklaşık yüzde 5’e çıkardık. Hedefimiz bunu yüzde
10’lara çıkarmak”
diye konuşmuş ve İstanbulluları umutlandırmıştı.
12. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2 Eylül 2010 tarihinde 5 milyon TL
sermayeli ve iç sularda yolcu taşımacılığı yapacağı bildirilen İstanbul
Şehir Hatları Turizm Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ni kurdurmuştur.
Adından da anlaşılacağı üzere, bu şirketin ana sözleşmesinde yazılı olan
yerel/ulusal düzeyde, deniz toplu ulaşım ve taşımacılık ihtiyacını
karşılamak üzere; deniz üzerinde her türlü toplu taşıma araçları ile
yürütülen toplu ulaşım ve taşımacılık hizmetlerini, deniz araçları ile
turizm taşımacılığı ve turizm organizasyonu hizmetlerini en uygun
şekilde/sistemle yapmak, yaptırmak, işletmek, işlettirmek gibi bir amacı
vardır ama ortada bir ihalenin olmadığı günlerde şirketin bunlara imkan
veren ne bir sermayesi, ne gemileri, ne iskelesi ve ne de lisansı vardır.
Şirketin bunları yapabilmesi için ancak günün birinde bu şartları sağlayan
bir ihale açılması, Bu ihalede kimsenin kendisinden daha yüksek bir bedel
önermemesi ve muhammen bedelin de bu yeni kurulan şirketin kesesine uygun
tesbit edilmiş olması, yani bütün şartların gönüllerden geçtiği gibi
olması gerekmektedir.
13. Nitekim nihayetinde sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi olan bu
şirket, yine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, kuruluşundan
sadece 27 gün geçtikten sonra açılan ama 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu
koşullarına uymadığı, daha doğrusu uydurulamadığı açıkça belli ve şu anda
idari yargıda olan bir sözde ihale ile, yukarıda “sadece bir kısmı dahi
435,5 milyon dolar” (veya eski para ile) 653 trilyon lira olan
malvarlığını 30 yıllığına kullanma hakkına sahip olmuştur.
İhaleye çıkılırken,” muhammen bedel” yani ihaleye konu olan 653,25 milyon
Türk Liralık gemi ve Haliç Tersanesinin yanında, bedelleri en az bir bu
kadar olan 49 iskele için sadece yıllık 400.000 lira kira getireceği kabul
edilmiş, bu ihaleyi alanlar bu işten daha fazla para kazanırsa, bize bu
fazladan kazancın yüzde birini verse yeterlidir denmiştir.
Yani bu yerleri 30 yıllığına kiralayanlar bu işten örneğin 100 milyon lira
daha fazla kazanırsa, bunun 1 milyonunu bize versin, 99 milyonu kendisine
kalsın demişlerdir.
Bu sözde muhammen bedelin, yukarıda sözünü ettiğimiz gemi ve tersane
bedelinin (400.000/653.250.000=0,0006) sadece on binde altısı olduğu
matematik bir gerçektir.
Diğer 49 iskelenin rayiçlerinin de dikkate alınması halinde bu oranın on
binde 2-3’ler mertebesine ineceği açıktır.
Acaba hangi malvarlığı piyasadaki ederinin binde 2-3 ü kadar sembolik,
hatta eser miktarda bir bedelle kiraya verilmektedir?
Doğrusunu söylemek gerekirse burada alınan bedel adeta, Osmanlı’da,
verilen bir ziyafete katılanların ceplerine bahşiş olarak konan “diş
kirası” ölçüsündedir.
Bir başka kıyaslama yapalım:
2007 yılı Temmuz ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Emlak Müdürlüğü
tarafından düzenlenen 3 adet "Kiralık Balık Ekmek Yeri" ihalesi
sonuçlandı.
Açık artırma usulü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Encümen Salonu'nda
gerçekleştirilen ihalede Galata Köprüsü'nün solu ve Turyol iskelesi
arasında yer alacak olan 1 ve 2 nolu balık ekmek teknesi yeri yıllık 55
bin TL'ye, 3. tekne yeri ise 52 bin TL bedelle kiralandı. (Cihan Haber
Ajansı)
Bu rayiçlere göre İBB, dört balık ekmek teknesi yeri daha kiraya verseydi,
daha 2007 yılında, yine aynı 400.000 TL’lik kira geliri elde
edilebilecekti. Bu hesaba göre, o sözde ihalenin muhammen bedelinin 7 tane
balık ekmek teknesininki ile aynı düzeyde olduğu anlaşılmaktadır.
Yapılabilecek bir başka hesap ta şudur:
İntifa yani kullanma hakkı ihale edilen iskele, tersane ve gemilerin
toplamı 96 parçadır. Bunların hepsinin yıllık kirası etse etse 400.000
lira eder diye kabul edilmiştir.
Bölün bu yıllık kirayı önce 96 parçaya, ortalama olarak her birinin yıllık
kirasının 4166 lira 66 kuruş olduğunu; bölün bunu da 12’ye, aylık ortalama
kirasının 347 lira 22 kuruş olduğunu göreceksiniz. Gelin bu paketteki bir
şehir hatları vapurunun, bir iskelenin, bir haliç tersanesinin ortalama
günlük kirasını bulmak için onu da 30’a bölelim:
Ne çıkar?
(347,22/30=) 11 lira 57 kuruş!
Bunu duyunca herhalde günde iki paket sigara içen bir tiryaki, “ah keşke
şu sigarayı bırakabilsem de bu iki paket sigaranın masrafıyla kendime bir
şehir hatları vapuru kiralayabilsem, param dumana gitmeseydi” diye
hayıflanacaktır.
Görüldüğü gibi, bir açıdan da, bu sözde ihalede bir şehir hatları
vapurunun günlük kirasının sadece iki paket sigara parasına eşit olduğu
varsayılmıştır.
Ama bu “hile” tutmayacaktır.
14.Dolayısıyla İBB, bu ihaleyi hem hileli bir muhammen bedelle yapmış, hem
kendi kurduğu şirketin adresine teslim olarak yapmakla 2886 Sayılı Devlet
İhale Kanunu’na aykırı davranmış, açıkça suç işlemiştir.
Çünkü 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu ve 16.12.1984 tarih ve 18607 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanmış olan “Devlete ait taşınmaz mal satış, trampa,
kiraya verme, mülkiyetin gayri ayni hak tesis, ecri misil ve tahliye
yönetmeliği” ihaledeki muhammen bedelin rayiç bedel yani piyasada işlem
gören değeri olduğunu kabul eder.
Rayiç bedelin bilinerek çok sembolik gösterilmiş olduğu bu ihale, yine
aynı yönetmeliğin 65. Maddesindeki düzenlemeye aykırı olarak “açık ihale”
biçiminde yapılmıştır. Bunun neden böyle yapıldığı konusunda şimdilik
herhangi bir şey söylemeyeceğiz ama Mecelleden beri bilinir ki; o, hukukun
üstünlüğü denen kuralda,“Usul esastan önce gelir”.
Belki İBB yönetimi, bizim nasıl olsa Mecliste oy üstünlüğümüz var, cumhur
bize yönetme yetkisi verdi, istediğimiz gibi yaparız diyebilirsiniz ama,
biliyorsunuz ki o zaman iş hukukun üstünlüğünden üstünlerin hukuku
meselesine dönüyor.
Bunu da çok yanlış bir şey olduğunu bu halkımız televizyonlarda her gün
dinliyor ve artık hiç kimsenin bunun tersini savunma imkânı kalmadı.
Dolayısıyla, hukuken bu ihalenin kapalı teklif usulünde yapılması
gerekirken açık usulde yapılmış olması nedeniyle ve bu işlerde sadece oy
çokluğu değil aynı zamanda hukukun da dediği olacaksa, bu durumda ayrı bir
iptal sebebi daha söz konusu olmaktadır.
İhaleye konu gemilerin, iskelelerin ve Haliç Tersanesi’nin bir yıllık kira
rayici 7 tane balık ekmek teknesi ile aynı olmayacağına göre; açıktır ki,
burada iyi niyetli kabul edilebilecek bir tahmin hatası yoktur, maksatlı
bir işlem vardır ve göz göre göre suç işlenmiştir. Bu nedenle de suçu
işleyenler hakkında 2886 Sayılı Kanunun dördüncü kısmında yer alan “ihale
ve yasaklar” ile ilgili hükümler açısından mutlaka soruşturma açılması,
İBB Başkanlığı’nın bu konuşmamızı ihbar kabul edip suçu savcılığa
duyurması gerekecektir.
15.Buraya kadar anlatılanlar, aslında İDO’nun satışını kolaylaştırmak
amacıyla yapılanlardır ve bunlar yapılmakla, yetkililere göre İDO
satışının önünde “engel” kalmamıştır.
Bu durumda anlaşılıyor ki, sadece bu ihalenin usulsüzlüğü dolayısıyla
iptali halinde, sözü edilen “engel”in, ama aslında “hukukun” gösterdiği
doğru usulün, tekrar bazı yöneticilerin karşılarına dikileceği açıktır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu ihaleyle elden çıkardığı gemi, iskele,
hat ve Haliç Tersanesi’nden sonra İDO bünyesinde kalan gemi ve hatların
satışı için yaptığı çalışmalarını hızlandırmıştır.
16. Bu elden çıkarma çalışmalarının başka yönleriyle de tartışılmasında
yarar vardır.
Bunlar; Kabotaj Kanunu, İDO’nun kamu hizmeti görmekte olması, Rekabet
mevzuatımız ve Tekelciliğe açıklık ile özelleştirmenin kimlerin
kontrolünde yürütüldüğü gibi konulardır.
17.Özelleştirme ile ilgili 4046 Sayılı Kanun’un 37/a maddesinde
“19.4.1926 tarihli ve 815 sayılı Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye
(Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı San'at ve Ticaret
Hakkında Kanun Hükümleri …saklıdır”
denmektedir.
Burada saklı olan nedir bakalım?
“MADDE 2 … Marmara havzasiyle boğazlarda bilûmum kara sulariyle kara
sularına dahil bulunan körfez, liman, koy ve sairede vapur………..,
bulundurmak ve bunlarla seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretleriyle
ticaret hakkı Türkiye tebaasına munhasırdır.
Buradaki Türk teb’asından ne anlaşılmak gerektiğini araştırdığımızda,
cevabını yine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden 25 Şubat 1928 tarihli ve
403 sayılı Tefsir Kararı’ndan yani kanunu kabul edenlerden alıyoruz.
Bu kararda,
ticaret hakkının sadece Türk teb’asına hasredildiği hususunda Kabotaj
Kanunu’nun 2. maddesinde açıklık bulunduğu noktasında hareket edilerek söz
konusu pay sahipleri ve ortakların tümünün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olması gerektiği açıklanmıştır.
Peki Yüksek yargı bunu nasıl yorumlamaktadır?
Danıştay’ımızın 13. Dairesi de 2007/6674 Sayılı kararında “Anılan Kanun'un
2. maddesinde, Türkiye'nin bütün kıyıları, karasuları, limanları, gölleri,
nehirleri ve benzeri yerlerinde, her türlü gemi ile ticaret yapma hakkı;
…Türk yurttaşlarına özgülenmiştir”
denmektedir.
Bunlardan anlaşılacağı üzere Türkiye’nin karasularında vapur
işletmeciliğinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına bırakıldığı, bu
işletmecilik bir anonim şirket olarak yapılsa bile ortaklarının tümünün
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması istenmiştir.
Bundan maksat tabii ki, kazancın bu ülkede ve bu ülke vatandaşlarında
kalmasıdır.
Çünkü kanun koyucu, hizmetin görülmesi kadar stratejik olarak Türk
denizciliğinin gelişmesine de özel bir önem vermektedir.
Bu düzenlemelere ve Türkiye Cumhuriyetinin önemli kanunlarından olan
Kabotaj Kanunu’ndaki açık iradeye rağmen İDO’nun yerli-yabancı alıcı farkı
gözetmeden satışa çıkarılması, bu satışta iyi bir fiyat verdikten sonra,
örneğin bir yunan firmasına bile pazarlanmaya çalışılması gayretini ya da
gafletini anlamak mümkün değildir.
Ama böyle bir satış yapılsa bile, yargıdan geri döneceği açıktır.
18. Satılmak istenen İDO, bir ticaret şirketi olarak kurulmasına rağmen
sermayedarı olan İBB, ticareti değil kamu hizmeti görmeyi amaçlamaktadır.
İşletmenin işleyişi Türk Ticaret Kanunu’na göre olmakla, amacının kamu
hizmeti olmayacağı gibi bir sonucu çıkarmak mümkün değildir. Hiçbir
belediye şirketinde ticari amaç kamuya hizmet amacının önüne geçirilemez.
Kamu hizmeti gören bir işletmenin ticarileştirilmesi için öncelikle
“konunun” kamu hizmeti olmaktan çıkmış olması, şirket kurucularının “Ben
bu şirketi para kazanmak için kuruyorum” demesi gerekir. Çünkü İstanbul
halkı belediye başkanlarını kendileri üzerinden para kazansın diye değil,
kendilerine hizmet etsin diye seçerler.
19.Türkiye’de Rekabet Kurumu diye bir birimimiz vardır.
4054 Sayılı “Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun” un ikinci maddesine
göre; “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mal ve hizmet piyasalarında
faaliyet gösteren ya da bu piyasaları etkileyen her türlü teşebbüsün
aralarında yaptığı rekabeti engelleyici, … her türlü hukukî işlem ve
davranışlar, rekabetin korunmasına yönelik tedbir, tespit, düzenleme ve
denetlemeye ilişkin işlemler bu kanun kapsamına girer.
Kanun’un 6. Maddesi “hakim durumun kötüye kullanılması” halini düzenler.
İDO’nun kamu şirketi olmaktan çıkarılıp piyasa koşullarına göre hareket
etmek durumunda olan yerli ya da yabancı bir yatırımcıya satılması, yasa
ile tanımlanan hakim durumu yaratacaktır.
Bu hakimiyet, ilk anda bölgesel (hat bazında) yaratılacağı gibi, Şehir
Hatları A.Ş.’nin nihai sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni
yatırıma niyetli olmaması, işletmeleri özel sektöre devretme amacını
gütmesi ve eldeki filonun ömrünün son demlerinde olması gibi nedenlerle
giderek piyasadan çekilmesine ve bunlar olurken piyasada giderek güçlenen
tek işletmenin İDO olacak olması nedeniyle bir süre sonra tüm Marmara
havzası ve muhtemelen tüm Türk karasuları için söz konusu olacaktır.
Çünkü mevcut iskeleler sadece İstanbul Şehir Hatları A.Ş. ile İDO A.Ş.
arasında 30 yıllığına paylaştırılmıştır. İskelesi olmayan bir şirketin bu
ikisiyle rekabeti mümkün değildir. Hele bu iki şirketten biri giderek
piyasadan çekilecek bir yapı ve anlayışla yönetilecekse piyasa sadece
İDO’ya daha doğrusu İDO’yu alan sermayedara kalacaktır.
İşte bu durumu doğurabilecek bir devir veya birleşme, aynı kanunun 7.
Maddesinde düzenlenmiş olan hali yaratacaktır.
Bu maddeye göre, Bir ya da birden fazla teşebbüsün hâkim durum yaratmaya
veya hâkim durumlarını daha da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin
bütünü yahut bir kısmında herhangi bir mal veya hizmet piyasasındaki
rekabetin önemli ölçüde azaltılması sonucunu doğuracak şekilde
birleşmeleri veya herhangi bir teşebbüsün ya da kişinin diğer bir
teşebbüsün mal varlığını yahut ortaklık paylarının tümünü veya bir kısmını
ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren araçları
…devralması hukuka aykırı ve yasaktır.
İşte bu nedenle de İDO’nun yerli ya da yabancı bir yatırımcı şirkete
satılması bizim hukuk düzenimizde mümkün değildir.
Buna rağmen eğer bir gün parti disiplini gibi gerekçelerle buradan satışın
kabulü kararı çıkarsa, bu aykırılıktan doğan vebali şimdiden hatırlatmak,
ihale iptal edildiğinde ise yabancı yatırımcıları aldatmaktan doğabilecek
sorumlulukları bildirmek, “bir devlet tekelini bir yerli ya da yabancı
şirket tekeli haline getirmeyin”, “İstanbul halkını kimseye hazır müşteri
olarak teslim etmeyin” demek görevimiz olacaktır.
20.Türkiye geçtiğimiz referandumda önemli bir deneyim geçirdi. Halkımıza
Yüksek hakimler kurlundan Anayasa mahkemesi üyelerinin hangi yöntemle
seçileceğine kadar her şeyi sorduk. Kendilerini aydınlatmak için dağı taşı
afişlerle bezedik.
Şimdi böyle bir aşamadan sonra, yine aynı halkın günlük yaşamını
ilgilendiren ulaşımın özelleştirilmesi konusunda anayasanın ilgili hükmünü
göz ardı edemeyiz.
Bakın İDO’nun özelleştirilmesi için de geçerli bir konuda Anayasa’mız
açıkça ne diyor, Anayasa mahkemesi neye hükmediyor.
DEVLET TEKELLEŞMEYİ ÖNLER VE KİŞİYİ KORUR
MADDE 172. – Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır,
tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder.
Anayasa Mahkemesinin 07.05.2002 tarihli E.2000/17, K.2002/46 sayılı kararı
şöyledir:
“Devletin tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önlemek görevi, temelde tüketiciyi
koruma amacı gütmektedir.
Anayasanın 172 nci maddesi ile Devlet’e verilen tüketicileri koruma görevi
ancak, tekelleşme ve kartelleşmelerin önlenerek özgür rekabet ortamının
sağlanması ile güvenceye alınabilir.
Piyasa ekonomisinin etkinliği, serbest rekabet koşullarının varlığına
bağlıdır.
Tekelleşmeye veya kartelleşmeye olanak veren ortamlarda piyasa ekonomisi
etkinliğini yitirir. Tekel konumundaki bir kuruluş önlem alınmadan
özelleştirildiğinde, kamu tekelinin yerini özel tekelin alması
kaçınılmazdır.
Üstelik kamu tekeli konumundaki mal ve hizmet üretiminde Devlet’in
doğrudan karışması olanağı varken, özel tekel durumunda bu olanak da söz
konusu olmayacak, mal ve hizmet fiyatları kamu tekelinde olduğundan daha
yüksekte belirleneceği gibi kalite de bundan olumsuz etkilenecektir.
Bu nedenle, özelleştirmeye ilişkin yasal düzenlemelerde, tekelleşme ve
kartelleşmeyi önlemeye, dolayısıyla bireyleri ve toplumu korumaya yönelik
kuralların bulunması zorunludur.
Bu husus, Anayasanın 5 inci maddesindeki devlet’in “kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak” görevleri ile de doğrudan
ilgilidir.”
Bu nedenle de İDO’nun satışının Anayasa’nın korumak istediği haklar
açısından irdelenmesi gerekmektedir.
21. Ne tuhaftır ki, İhaleden 27 gün önce bu ihaleyi vermek üzere şirket
kurmaktan, adrese teslim ve kimseler görmeden ihale ilanı yapmaya, kamu
hizmetini ticarileştirmeye yani koca bir İstanbul nüfusunun ulaşım
konusunu piyasa şartlarına ve bir yatırımcının kazanç arzularına teslim
edip 12,5 milyon insanımızı yolcu sayılmaktan müşteriliğe çevirmeye
niyetli İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, bunları yaparken bir
başka anlaşılmaz ve şaibeli ilişki içine daha girmekten çekinmez
görünmektedir.
Ortada bir ihale yokken İstanbul Şehir Hatları A.Ş.’nin kurulması, adrese
teslim ve usulsüz ihale yapılmasından başlanarak İDO’nun müstakbel
alıcılarına pazarlanması dahil tüm bu işler, adını burada zikretmek
istemediğimiz için sadece (F veya Filan) diye adlandıracağımız bir menkul
değerler firması eliyle yapılmaktadır.
Danışman (F) firmasının yöneticisi, bu işlerin kendi bilgileri ve
yönlendirmeleri ile yapıldığını açıkça söylemektedir:
Bakınız 5 Aralık 2010 tarihli Dünya Gazetesinde ve daha bir çok yayın
organında ne var:
Çalışmalarla ilgili bilgi veren (F)den S.D., şunları söyledi: "20'den
fazla talipli şirketle görüştük. Yerliler, yabancılar, fonlar, stratejik
yatırımcılar... Biz şirketi satışa çıkardık.
Kabotaj Kanunu alıcının sorunu.
O artık bir konsorsiyum bularak gereğini yapacaktır. Biz bilgi veriyoruz.
Şu anda bilgi odasını açmış değiliz. Kasım sonu gibi ihale ilanına çıkmayı
ve yatırımcıları davet etmeyi planlıyoruz.
O zaman gireceklerdir.
Değerleme çalışması yapılıyor.
Bu bilgi ihaleye çıkan kuruma (İBB) aittir, isterse onlar açıklar.
Şunu söyleyebilirim çok ciddi değerler var.
Feribotta dünyanın en büyüğü olan bir şirketten söz ediyoruz.
2011'in ilk çeyreğinde ihaleyi bitirmiş oluruz diye düşünüyorum, sonrası
Rekabet Kurulu gibi onay süreçleri vardır."
"İDO özelleştirildiğinde (2010 hedefi olarak) yılda 400 milyon lira ciro
yapan bir şirket satılacak.
Bu şirket karlı. Bu yıl 71 milyon lira net kar bekleniyor.
Gelire oranı yüzde 17,5
Varlıkları önemli.
Alan şirket 25 deniz otobüsü, 10 hızlı feribot, 17 araba vapuru, 34
iskelenin sahibi olacak.
Bu deniz altyapısı üzerinde 19 hatta 31 noktaya ulaşım yapılıyor.
Kabotaj Kanunu gereği yabancıların hâkim ortak olarak giremedikleri iç
sulardaki taşımacılıkta, alıcı şirket önemli bir imtiyazı da satın almış
olacak.
Muhtemelen ihale şartnamesinde aynı hatlarda başka bir şirketin taşıma
yapması ile ilgili kısıtlar, kayıtlar olabilecek."
Haberde İDO Genel Müdürü ile ilgili de şunlar yazılmış:
Danışman kuruluş (F) ile mayıs ayından bu yana çalıştıklarını anlatan (P),
danışmanın belediye meclisine sunum yaptığını, sürecin hızla ilerlediğini
söyledi. (P), "İç hatların ayrılması ve İDO'nun blok satışı onların
tavsiyesiydi. Bu yılsonuna kadar ihale sürecini başlatıyoruz ve 2011'in
ikinci çeyreği içinde süreç tamamlanmış olacak. Şu anda mali hukuki
şartnamenin ayrıntılarını çalışıyoruz. Proje ekipleri bu konuya
yoğunlaştı" diye konuştu.
Haberden açıkça anlaşıldığına göre,
-İstanbul Şehir Hatları A.Ş.’nin kurulması ve hileli bir ihaleyle bir
kısım vapur, iskele ve Haliç Tersanesi’nin devri konusu danışman (F)
şirketinin verdiği akıldır.
-İDO’nun nihai sahibi İBB başkanı ve onun Yönetim Kurulu başkanı Topbaş bu
danışman şirketin kılavuzluğuyla işlem yapmaktadır,
-Danışman şirketçe, İDO’yu alan şirketin yabancıların hâkim ortak olarak
giremedikleri iç sulardaki taşımacılıkta önemli bir imtiyazı da satın
almış olacak oldukları fütursuzca söylenebilmektedir.
-Rekabet Kurulundan onay alınması basit bir formalite olarak ifade
edilmektedir.
-Kabotaj konusu bir ulusal strateji değil, aşılması gereken bir sorun
olarak görülmektedir.
-Yabancı alıcılarla danışman şirket (F) görüşmektedir.
22. Bu şirket ile yapılan danışmanlık anlaşmasında başlangıç olarak 150
bin ABD doları ve satış üzerinden prim ödeneceğini İBB’deki komisyon
çalışmalarından dolayı öğrenmiş bulunuyoruz.
Peki, bu başından sonuna işin içinde olan, şirket kurdurmaktan hileli
ihaleye kadar, yabancılarla pazarlığa kadar her şeyin içinde olan ve İBB
ile İDO yönetiminin üste para verip tavsiyesine göre hareket ettiği, hatta
yabancı yatırımcılarla görüşmesine izin verdiği, Türkiye’nin stratejik
konularından biri olan kabotaj’ı sorun diye tanımlayabilen bu cesaretli
firma (F) kimdir?
(F) Türkiye’de kurulmuş, menkul değerler işi yapan bir anonim şirkettir.
Bu anonim şirketin beş ortağından biri Türkiye’de çalışan ama hâkim ortağı
Yunanistan Milli Bankası olan bir bankamız, diğerleri doğrudan dört yunan
kuruluşudur.
(F)’nin bir Türk denetim firması tarafından hazırlanmış 30 Haziran 2010
tarihinde sona eren döneme ait bağımsız denetim raporunda bu konu;
"Ana hissedar, şirketin hisselerinin %99,60’ını elinde bulunduran (F)
bankası A.Ş. olup şirketin nihai hissedarı ise National Bank of Greece
S.A. dir (NBG). "
Şeklinde tesbit edilmiştir.
23. Peki, National Bank of Greece kimdir diye bakalım;
NBG, Yunan Milli Bankasıdır.
Bu bankanın ortaklarından biri de, Yunan Ortodoks Kilisesi’dir ve banka
yönetim kurulunda bu kiliseyi temsilen Yanya metropoliti Theoklitos görev
yapmaktadır.
Peder Theoklitos’un nihai patron olarak İBB’nin İDO’yu satışına kılavuzluk
eden şirketi yönlendirmesi, buradaki bilgilere ulaşması elbette ki
mümkündür.
Acaba bu, “globalleşen” dünya’da sakınca yaratan bir durum mudur?
Böyle bir durumdan endişelenmek gerekir mi?
Bakın bu konuda muhafazakâr bir gazetemiz olan Milli Gazete’de 18 Haziran
2006 tarihli bir haber var:
“(F)Bank hisselerinin yüzde 46’sının Yunan bankası olan National Bank Of
Gereece’e (NBG) satışı BDDK’ya gelen çok sayıda ihbar mektubu dolayısıyla
zora girdi. NBG’nin (F)Bank hisselerinin kendisine devredilmesine yönelik
yaptığı başvuruyu değerlendirmeye alan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu (BDDK)’nın, NBG’nin hisselerinin büyük bir çoğunluğunun Yunan
Ortodoks Kilisesi’ne ait olması dolayısıyla, güvenlik endişesi duyduğu
belirtildi.”
Bu konuda yine, piyasa düzeni ve globalleşme konusunda en ufak bir itirazı
olmadığını düşündüğümüz yazarımız Sayın Fehmi Koru, Taha Kıvanç imzasıyla
yazdığı köşesinde, 30 Ocak 2008 tarihli Yenişafak’ta şöyle diyor:
“Eh, Kilise bir banka aracılığıyla da olsa Türk ekonomisine girdiğine
göre, bu giriş belki finans sektörünü daha ahlâklı hale getirebilir... İlk
önce böyle düşündüm. Ancak, kalemini sakınmaz biri olmalı, Yunan gazeteci
Ariana Ferentinou, habere bu noktadaki umutlarımı berhava eden bir bilgi
koymadan edememiş. Şöyle deniliyor haberde: "2005 yılı ocak ayından
başlayarak, yüksek düzeyde Kilise yetkililerinin adlarının karıştığı
gürültü koparan yolsuzluk skandalları yaşandı.”
24. Şimdi bütün bunlardan sonra diyoruz ki, İDO’nun satışı olayı 27 sene
önce çıkmış olan özelleştirme kanununun bir mecburiyeti değildir,
Bu özelleştirme şehir içi deniz ulaşımı gibi bir kamu hizmetini ticaret
konusu yapamaz,
İstanbul’un deniz ulaşımı konusunun kılavuzluğu yunan kilisesinin uzantısı
bir kuruma, üstüne para da verilerek teslim edilemez.
Bu durum, cumhur’un yani İstanbul’un 12,5 milyon sakininin çıkarlarına da
Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan’da elde ettiği kabotaj hakkına da aykırıdır.
Bu süreç hileli bir ihale ile başlatılmıştır ve nerede biteceği belli
değildir.
Bu durum, gemi ve iskelelerin İBB’ye tahsis amacına aykırıdır.
Anayasamız devlet tekelini özel sektör tekeline dönüştürmeyi kabul
etmemektedir.
Gelin bu konuda hep birlikte vebal altında kalmamak, yıllar boyu sürecek
bir tartışmada şaibeli duruma düşmemek için bu konuda bir genel görüşme
açalım ve işin doğrusunu bulmak için tartışalım.
Büyük para sıkıntısı varsa, gelin söyleyin, hep birlikte nereden
bulabileceğimizi araştıralım.
Ama tarihi bir hataya düşmemek için, en azından, konuyu özel bir oturumda
tartışalım.
Bu tartışmaya evet demezseniz bizden sonraki nesile karşı bu işin bütün
günahı ve vebali üzerimizde olacaktır.
Bunları, Türkiye Cumhuriyeti ve İstanbul’un belediyecilik tarihine
özellikle not düşülmesi amacıyla dile getirmeyi görev bildik.
Sayın meclis üyeleri, kararı parti adına değil; vicdanınıza göre, sahibi
olduğunuz tek tek oylarınızla ve tarihe karşı duyduğunuz sorumlulukla,
şahsen sizler vereceksiniz.
Takdir sizindir.
CHP Grubu adına hepinize sevgi ve saygılarımızla.
|
|