|
Türk
denizciliği kimin umurunda olmalı?
Osmanlı, onaltıncı yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa ülkelerine
verdiği ticari imtiyazlardan çok çekmiş, ancak 1699 yılında yapılan
Karlofça Anlaşmasıyla birlikte gerileme ve çöküş dönemine girdiği için de
bu soruna 1923’te imzalanan Lozan Anlaşmasına kadar bir çözüm bulamamıştı.
Doç. Dr.İlhan Ekinci’nin “Osmanlı Devletinde Marmara’da Kabotaj
Tartışmaları” adlı çalışmasında yer alan ve
Muallim Mehmed Aziz Bey’in 1910 yılında yayınladığı “Büyük Bir Derdimiz
(Osmanlı Deniz Ticareti)” adlı risalesindeki şu satırlar o günleri
şöyle anlatmaktadır:
“Bindiğimiz ecnebi vapurların intizam ve mükemmeliyetini gıpta etmek yahut
seyahat esnasında maruz kaldığımız yokluğundan dolayı memleketimizden
dışarıya akıp giden paralarımıza acımak hatırımıza gelmiyor.
Gemilerimizi Haliç'ten çıkarmak için ecnebi römorkörlerle, odun ve
kömürümüzü nakleden kırık dökük yelken gemilerimizi çekmek için
limanlarımızda olan Yunan römorkörlerine, bir iskelemizden diğer
iskelemize seyahat için Bulgar vapurlarına, İzmit gibi 3-5 saatlik bir
limanımıza gitmek için İngiltere'de seyrü sefere izin verilmeyen köhne
vapurlara ve daha uzak limanlarımıza gitmek içinde yarım asırlık hurda
Mesajeri vapurlarına ihtiyaç duyuyoruz.
Bunlar içinde de her gün her saat bin müşkülata bin hakarete bin zararlara
uğruyoruz.”
Osmanlı’nın deniz ticaretinde yaşadığı bu sıkıntılarının sonunda İttihat
ve Terakki Hükümeti 1914 yılında hemen hemen bu günkü kabotaj hakkı
kapsamda bir karar ile yabancıların imtiyazlarının kaldırıldığını ilan
etmiştir.
Bu kararın Avrupalılar tarafından kabulü 1923 Lozan anlaşmasıyla, bu
anlaşma ile elde edilen hakların bir yasa hükmü haline getirilmesi ise
1926 yılında çıkarılan 358 sayılı Kabotaj Kanunu ile olmuştur.
Kabotaj Kanunu’nun en önemli amacı, o zamanki Osmanlı, şimdiki Türkiye
Cumhuriyeti’nin denizciliğinin güçlenmesi ve denizciliğin ülke
ekonomisinin önemli bir değeri haline getirilmesidir.
Çok kısaca özetlersek; bu Kanun’un birinci maddesi, Türk karasularında
dolaşacak gemilerin Türk sancağı taşıması yani “mülkiyet”lerinin
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ait olmasını;
ikinci maddesi ise, bu gemilerle yapılacak “ticaret” in yine
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından yapılmasını istemektedir.
Böylelikle deniz ticaretinde elde edilen kazanç bu ülkenin vatandaşlarının
olacak ve sağlanan kazançlarla denizcilikte önemli bir sermaye birikimine
ulaşılacak, denizciliğimiz ve ticaret yabancı eline mahkûm olmayacak,
gelişme fırsatı bulacaktır.
2004 yılında, Türk Ticaret Kanunu’nda gemilerde “sancak” yani “mülkiyet”
konusunda yapılan bir değişiklikle, “şirketlerin sermayesinin yarıdan
fazlası yine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarında kalması şartıyla” yabancı
ortak kabul edilmesine imkân tanınmıştı. Bu hüküm, yerli işletmecilerin
daha büyük filolarla çalışma hakkına kavuşma imkânı vermekle işin özüne
ters düşmediği gibi karasularımızda sadece Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının “ticaret yapma” hakkından da hiçbir biçimde taviz verme
anlamına gelmemektedir. Çünkü Kanunun ticaret hakkını düzenleyen 2.
maddesinde halen “…ticaret
hakkı Türkiye tebaasına münhasırdır.” denilmektedir.
Kanundaki bu şart, daha sonra Meclis’in o dönemdeki “tefsir” yani “yorum”
kararlarıyla bir kere daha vurgulanmış;
25 Şubat 1928 tarihli ve 403 Sayılı Tefsir
Kararı’nda, seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkının
sadece Türk tebaasına hasredildiği hususunda Kabotaj Kanunu’nun 2 inci
maddesinde açıklık bulunduğu noktasında hareket edilerek söz konusu pay
sahipleri ve ortakların tümünün Türk olması gerektiği açıklanmıştır.
Daha sonra, Danıştay 13. Dairesi de 2008/6674 sayılı kararında
“Her
türlü gemi ile ticaret yapma hakkı… Türk yurttaşlarına
özgülenmiştir” demiştir.
***
Şimdi gelelim günümüzdeki olaylara:
Kabotaj hakkı bu kadar sıkıntıdan sonra elde edilmiş ve Türkiye Ekonomisi
açısından stratejik önemde görülerek bu kadar korunmuş iken acaba İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, üstelik hem 12,5 milyon İstanbulluya kamu hizmeti
gören hem kar eden bir işletmesini “Buna körfez ülkelerinden, Avrupa’dan
talipler var” diyerek ve sanki Eminönü rıhtımında turistlere balık ekmek
satıyormuş gibi sadece eline kaç para geçeceğini düşünerek satışa
çıkarabilir mi?
Rekabet Kurulu’nun görmesi gereken sakıncaları bir yana, Türkiye
Cumhuriyeti hukuk düzeninin vereceği karar bizce yukarıdaki mevzuat ve
yargı kararı karşısında“hayır”dır.
***
Yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre, bu satış işleminin
danışmanlığı (!) bir menkul değerler şirketi eliyle yürütülmektedir.
İDO Genel Müdürü’nün Dünya Gazetesinde yayınlanan demecine göre “Danışman
kuruluş F…. ile mayıs ayından bu yana çalıştıklarını anlatan Paksoy,
danışmanın belediye meclisine sunum yaptığını, sürecin hızla ilerlediğini
söyledi. Paksoy, "İç hatların ayrılması ve İDO'nun blok satışı onların
tavsiyesiydi”
diyor.
Kim bu danışman kuruluş?
Yunan Milli Bankası (Εθνική
Τράπεζα της Ελλάδος
) nın yönetimindeki bir bankamızın yüzde 99,6’sına sahip olduğu bir menkul
değerler şirketi.
Kalan yüzde 0,4 lük hisseler ise doğrudan bazı yunanlı kuruluşların.
Kendi internet sitesinden verilen bilgiye göre bu danışman şirketin nihai
sermayedarı, sermayesinin bir kısmı da Yunan Ortodoks Kilisesine ait olan
Yunan Milli Bankası.
Bu nedenle o yunanlı bankanın yönetim kurulunda ortodoks kilisesinin
temsilcileri de yer alıyor.
***
Nereden… nereye derken, bu günlerde bir haber düştü ajanslara:
“Belçika, Rum Kesimi'nin ismine vurgu yapmadan şu öneride bulundu:
“İstanbul'da bir liman ile Türkiye Hava Sahası'nın transit kullanımı
hiçbir engel çıkarılmadan AB'ye üye 27 ülkeye açılsın. Bunun karşılığında
15-16 Aralık'taki AB Zirvesi öncesi Türkiye'ye, Rum Kesimi'nin Aralık
2009'da veto ettiği altı başlıktan kritik konumda olan 'enerji' ile
'adalet, temel hak ve özgürlükler' fasıllarının müzakereye açılması
garantisi verilsin”
Haydi bir kere daha nereden nereye diyelim:
Öyle ya, Kıbrıslı Rumların İstanbul’da kendilerine “bir liman açılması”
talebi nire, Avrupa Birliğinde Rumların veto ettiği ve bizim için kritik
olan “enerji” “adalet, temel hak ve özgürlükler” fasıllarının tartışmaya
açılması konumuz nire?
Buna bir ekleme daha yapalım:
Birileri bir tek limanın açılması karşılığı bizim adalet, temel haklar ve
özgürlükler konusunu kendisine pazarlık konusu yaparken; bizim
Belediyemizin, kendine danışman tutuğu yunan sermayeli firmanın tavsiyesi
üzerine özelleştirme kapsamındaki “34 iskeleli” İDO’yu, bir
yabancı denizcilik firmasına, hatta Avrupa’dan da talipler olduğu
söylendiğine göre, iyi para verirse belki de bir yunan firmasına satma
çalışmaları içinde olması nire?
Çok merak ediyorum:
Sen bu günleri görseydin; şimdi şu “Şehremaneti”ne ne derdin ey
İstanbul’da gemilerini karadan yürütüp halice indiren Koca Fatih Sultan
Mehmet;
Sen sağ olsaydın bizlere ne derdin ey Akdenizi Türk gölüne çeviren
Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa!
|
|