|
Sosyal demokratlar vergi konusunda ne yapmalı?
Önceki yazılarımızdan birinde, sosyal demokrasinin; saf piyasa
ekonomisinin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri az çok dengelemeyi
amaçlayan bir ekonomik sistem olduğunu belirtmiştik.
Bilindiği gibi piyasa ekonomisi düzeninde büyük sermaye, doğası gereği,
önüne herhangi bir sınır konmadığı takdirde piyasaya egemen olur ve
kolayca yüksek kazançlara ulaşır.
Buna karşılık, emeğiyle geçinenler ve küçük işletmeler güçsüzdürler, bu
dengesiz tabloda korunmazlarsa zaman içinde kaybetmeye mahkûmdurlar.
Sermayenin giderek artan ekonomik gücüne ve doğal olarak kendi çıkarını
güden bir hukuku empoze etmesine karşılık, iyi kötü işleyen demokrasilerde
sosyal demokrat iktidarlar; arkalarına halkın da desteğini alarak sistemin
“kendi bildiği gibi” ya da “gücü gücü yetene” türü
çalışmasını engellemeye ve bir bakıma, büyük sermayenin güçsüzleri köşeye
sıkıştıran gücünü frenlemeye çalışırlar.
Burada frenlenmek istenen şey öncelikle büyük sermayenin ekonomik gücü
olduğu için, frenleme araçları da yine ekonomiktir ve bu araçların başında
“vergi politikası” gelir.
Klasik çözüm olarak da, ücretliler ve alt gelir gurupları düşük oranlarda
vergilendirilerek kamu harcamalarının bedeli yani devletin yükü daha çok
sermaye kazançları üzerine bindirilir. Böylece alt gelir gurupları
rahatlatılırken üst gelir guruplarının gelir ve servetleri bir ölçüde
törpülenmeye çalışılır.
Türkiye’nin şimdi yürürlükte olan ama tartışılan 1982 Anayasası’nın,
nedense bu yönü pek tartışılmayan 73. Maddesinde;
“Herkes,
kamu giderlerini karşılamak üzere, “mali gücüne göre”, vergi
ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye
politikasının sosyal amacıdır…” denir.
Bundan önceki 1961 Anayasası’nın 61. Maddesi de,
herkes, kamu giderlerini karışlamak üzere, “malî gücüne göre”,
vergi ödemekle yükümlüdür derdi.
1924 Anayasasında, o zamanlar ülkede dengeleri değiştirebilecek kadar
büyük sermaye olmadığı için “mali güce göre” diye bir kayıt da
konmamış olmalı ki:
Madde 84’de “Vergi, Devletin umumi masarifine halkın iştiraki demektir”
denmiştir.
***
Bundan sonrası nasıl olacak bilinmez ama, artık dünyanın dört bir tarafına
uzanan güçlü küresel sermaye karşısında, başta emeği ile geçinenler olmak
üzere tüm alt gelir gurupları ve küçük esnafın vergilendirilmesinde,
anayasa metinlerinde de yer alacak bazı yeni koruma ya da dengeleme
sistemlerine yer verilmelidir. Daha önce yer verilmiş ama laf olmaktan
ileri gitmemiş hükümlerin yeterliliği tartışılmalıdır.
Bu konuyu gündeme getirmek, savunmak ve yapılacak düzenlemeleri noktası
virgülüne kadar izlemek de öncelikle sosyal demokrat görüşü temsil
edenlere düşmektedir.
***
Türkiye’nin son iki anayasasında da “mali güce göre vergilendirme”den söz
edilse bile vergiciliğimiz ne yazık ki, felsefe olarak bir türlü o sözünü
ettiğimiz sosyal demokrat anlayışa kavuşamamıştır. Yakın tarihimiz dahil,
geriye doğru bakıldığında
Türkiye’nin vergi düzeni,
ilk adı OEEC olan
OECD’nin
(İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) çizdiği çerçeveden
dışarı
çıkamamaktadır.
Nedir bu çerçeve?
Bilindiği gibi bu günkü adıyla OECD, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda,
ABD’nin Genel Kurmay Başkanı ve daha sonra Dışişleri ve daha sonra da
Savunma Bakanı olan George C. Marshall tarafından, kendi ekonomik
planının uygulamasını kolaylaştırmak amacıyla 1948 yılında kurdurulmuştur.
Örgüt, OEEC’ olan adını 1961 yılında bu günkü şekli olan OECD’ye
çevirmiştir.
Marshall planının amacı ise İkinci dünya harbinden çıkan ABD ekonomisinin
1929’daki gibi bir ekonomik krize girmemesi için bu harpten perişan çıkan
Avrupa ülkelerine mal satılabilme imkânının yaratılması, bu pazarın
sürekli hale getirilebilmesidir.
O dönemde Avrupa’nın alım gücü olmadığından dolayı krediler açılacak ama
bu kredileri kullanan ekonomiler OECD eliyle biçimlendirilecektir.
Vergi politikaları da kuşkusuz, öngörülen bu biçimlendirmenin
kapsamındadır.
Dolayısıyla bu çerçeve içinde yapılanmış vergiciliğin bizde biçimlenmediği
ve bazı sıkıntıların nedeni olduğu bellidir.
***
Şimdi bunları bırakıp gelelim günümüze.
Bu yazının sınırları içinde kısaca söylemek gerekirse:
Maliye ve vergi politikaları ekonominin yapısı ve geleceği ile ilgili
politikalardır. Bu yapının şu ya da bu biçimde kurulmuş olması aslında o
ekonominin kimin yararına çalışacağını belirler.
- Sosyal demokrat vergi düzeninde “ücret gelirlerinin ve dolayısıyla
üretim maliyetinin üzerindeki vergi yükü” hafifletilmelidir.
Bu durum, ücretler üzerindeki vergi baskısını azaltacak, üretim maliyetini
düşürecektir.
-Tüketim üzerinden alınan vergilerin alt gelir gurupları üzerindeki yükü,
gurupların gelir düzeylerine göre tümden kaldırılmalı ya da
hafifletilmelidir.
-Buralardan kaybedilen vergi geliri, başta gayrı menkul olmak üzere
sermaye kazançları, rant ve spekülatif kazançlar üzerinden
karşılanmalıdır.
Belki ilk anda kimileri “o zaman yatırım olmaz, yabancı sermaye gelmez,
yerli sermaye birikmez” diyecektir ama, devletin yükü bu kesimlere
üstlendirilmeyince de –hiç kaçarı yok- o yükü çekenler; istihdam
üzerindeki vergi yükü dolayısıyla ücretliler; onların yanı sıra, geliri
olsun ya da olmasın, tüketimleri üzerinden vergilerin yüzde seksenini
ödeyen halktır.
Dolayısıyla bu iki şıktan biri seçilmek durumundaysa, sosyal demokratlara
oy veren ya da artık sosyal demokrasi isteyen halkın talebi, herhalde
bizim önerdiklerimiz yönünde olmalıdır.
Görülmektedir ki OECD, kurulduğundan bu güne kadar Türkiye’de üretimi ve
istihdamı arttırmayı amaçladığını söylemesine, vergicilikte yol gösterici
olma iddiasına rağmen bu gün Türkiye’de üretim ve istihdam açıkça geridir
ve hala gerilemektedir, vergi sistemi rayına oturmamıştır.
Artık kabul edilmelidir ki, vergicilik ve istihdam konularında OECD
tarafından yaklaşık altmış yıldır bize gösterilen yol, bizi en azından
milli gelir hesaplarında Avrupa ülkeleri düzeyine çıkarmamış, şimdiki
açmazlara götürmüştür.
Bu günlerde yeniden “yapılandırılan” vergi borçları, artık bu tarz
vergiciliğin bizim ekonomimize uymadığını; istihdam altındakilerin kayıt
dışına kaydığını, esnafın ve sanayicinin kendi beyan ettiği vergiyi bile
ödeyemediğini göstermekte, sık sık vergi afları, ödeme kolaylıkları,
yeniden yapılandırmalara ve sair çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Şimdi “yeniden yapılandırılması” gereken; vatandaşın ödeyemediği
vergi borçları değil, ikide bir yapılandırmaya ihtiyaç gösteren vergi
düzeninin ta kendisidir.
Türkiye’de eğer önümüzdeki günlerde yeni bir sayfa açma şansı doğacaksa,
sosyal demokratlar bu kısaca değindiğimiz konularda mutlaka hassasiyet
göstermeli, özellikle vergi sistemine sosyal demokratça ve “bizden”
yenilikler getirmelidir.
|
|