|
Ele verir
talkını kendi yutar salkımı
Bir önceki
yazımın konusu, içinde Körfez geçişi de olan İzmir-Gebze Otoyolu
ihalesiydi.
İmzalanan sözleşmeye göre bu hat, yüklenici gurubuna 6,5 milyar dolara mal
olacak,
onlar da bu yatırımları karşılığında 22 yıl 4 ay yani; şimdi 2010 yılında
olduğumuza göre 2033 yılı ortasına kadar bu yollardaki geçiş ücretini
toplayacaklardı.
Ya beklendiği kadar araba geçmezse?
Olur mu?
Biz “Dumrul”un torunları değil miyiz:
Ya geçecek, ya geçecek
Hükümet garanti verdi:
Hiç biri olmazsa geçti varsayılacak.
Döviz
kurlarının sabahtan akşama değiştiği, TL’nin aşırı değeri dolayısıyla bu
yapay durumdan duyulan rahatsızlığın her gün tartışıldığı bir ortamda, bu
projenin yap-işlet-devret hesaplarının nasıl yapıldığına aklımın
ermediğini, doğrudan yatırım ile yap-işlet-devret kıyaslamasının kağıt
üzerinde ne sonuç verdiğini merak ettiğimi yazmıştım.
O yazımın sonuna doğru da, bu işin başındaki Ulaştırma Bakanımız ile
Ekonomik İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı’nın nasıl anlaşabildiğini, Sayın
Başbakanımızın da iki farklı tarafı nasıl bağdaştırdığını merak ettiğimi
söylemiştim.
Hayretim
hala devam ediyor.
Bu yazının yazıldığı gün, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan, Ankara Sanayi Fuarı açılışında yaptığı konuşmada bakın neler
söylüyor:
“Bizim sadece bugünü değil, geleceğin Türkiye'sini de düşünmek
zorundayız. Bugün harca, harca, harca borç yap. Ondan sonra gelecek
nesillerin sırtına bırak. Bu doğru değil. Nasıl bilinçli bir aile reisi
harcamalarına dikkat eder çocuklarına borç bırakmazsa, işte devlet
yöneticilerinin de öyle olması lazım. Bugünü kurtarayım da yarın ne olursa
olsun.
Öyle olmaz.''
Haberlerde ayrıntısı yok ama her halde bu konuşmayı dinleyen değerli
sanayici ve işadamlarımız da “İyi ama hükümetin yaptığı da bu şikayet
ettiğinizin ta kendisi” diyemiyor.
Bu durumun mahalle baskısında olduğu gibi bir “baskıdan” mı yoksa “cazibeden”
mi kaynaklandığını anlayamıyoruz.
Anladığımız, devletin bu hattan tahsil edeceği geçiş ücretlerini 22
yıllığına; yani bu gün doğanlar 22 yaşına gelene kadar harcamış, şimdiden
kullanmış olması.
Sayın
Babacan’ın deyimiyle “Bugün harca, harca, harca… borç yap. Ondan sonra
gelecek nesillerin sırtına bırak!”
***
İş bu
kadarla kalsa iyi, Sayın Başbakan bu sıralar daha da “çılgın”
projelerden söz ediyor.
Şimdi projeler üzerine çeşitli tahminler yapılıyor.
Bilinmeyen nitelik “çılgınlık” olunca da eşi benzerine ancak Arap
ülkelerinde rastlanan türden çılgın denebilecek projeler akla geliyor.
Projede biçimsel çılgınlıklar her zaman ortaya atılabilir. Atılmalıdır da,
ama bence burada yapılacak asıl çılgınlık yukarıda sözünü ettiğimiz gibi “finansal”
türden olmalı. Çünkü “harcayıp harcayıp gelecek nesilleri borçlandırmak”
Sayın Babacan’ın söylediği gibi “Bugünü kurtarayım da yarın ne olursa
olsun. Öyle olmaz”
***
Bu günü
kurtarmak için yarını yemek sadece bu kadar mı?
Hayır.
Türkiye’nin kazandığından çok harcaması anlamına gelen “cari açığı”,
“dış ticaret açığı” konularında da aynı şey var.
Türkiye
İhracatçılar Meclisi (TİM) açıklamasına göre, bu yılın Eylül ayında
ihracat, 2009 yılının aynı ayına göre yüzde 10,25 artışla, 9 milyar 229
milyon dolara yükselmiş.
Peki ya ithalat?
Bu işle biraz ilgili herkes biliyor ki, Türkiye ihraç ettiğinden daha
fazlasını ithal ediyor ve aradaki büyük fark cepten gidiyor:
Merkez Bankası tarafından düzenlenen ve 22 Eylül 2010 tarihinde yayınlanan
2010 Ağustos Ayı Beklenti Anketi sonuçlarına göre Türkiye ekonomisi 2010
yılını 33 milyar dolar açıkla kapatacak.
Yani Türkiye ekonomisi; yani sen, ben, onlar bu kadar daha fazla harcamış
olacağız.
Bu ne demek?
Bunun Türkçesi, kazandığını değil kazanmadığını yemek:
Bir kısmı; geçmiş birikimi nakde çevirerek, kalanı borçlanarak yani
geleceği yiyerek.
Yani, Sayın Babacan’ın dediği gibi:
“Nasıl
bilinçli bir aile reisi harcamalarına dikkat eder çocuklarına borç
bırakmazsa, işte devlet yöneticilerinin de öyle olması lazım. Bugünü
kurtarayım da yarın ne olursa olsun.
Öyle olmaz.''
Telkininde
olduğu gibi.
**
Ne yalan söyleyeyim, Sayın
Babacan’ın bu sözlerini alıp alıp kullandıkça aklıma hep ünlü deyimimiz
geliyor:
“Ele verir talkını (Telkini) kendi yutar salkımı”
|
|