Fabrikayı boş ver sen sisteme bak sisteme!


Tüm Dünya’nın ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşa tanık olduğu eski günlerde ortalarda şöyle bir fıkra dolaşırdı:

Zamanın birinde Rus heyeti Amerika’yı ziyaret eder.
Amerikalılar onlara Ford otomobil fabrikasını gezdirerek yürüyen bantlar üzerindeki seri otomobil üretimini gösterir ve oldukça hava atarlar.
Ertesi yıl bu kez Amerikalılar Sovyet Rusya’yı ziyaret ettiklerinde Ruslar da karşılık olarak onlara Moskova yakınlarındaki bir ayakkabı fabrikasını gezdirmeyi uygun görür, “gelin bir de bizim fabrikalarımızın nasıl sistemli çalıştığını görün” derler.

Amerikalılar “Eh, hem gezer görürüz hem de gelmişken birer çift rus botu alırız” deyip daveti kabul ederler.
Hep birlikte fabrikanın ana kapısından girildikten sonra karşılarına gelen yolun sonunda iki ayrı kapı belirir:
“Kadın ayakkabıları - Erkek ayakkabıları”
Heyet, erkek ayakkabıları kapısını seçer ve hep birlikte ilerlerler.
Yol yine ikiye ayrılır: “Kışlık ayakkabılar - yazlık ayakkabılar”
Kışlık bölümüne saparlar, yol ikiye ayrılır:
“Büyük ayakkabıları - çocuk ayakkabıları”
Büyükler için ayakkabı bölümüne saparlar, yol yine ikiye ayrılır:
Spor ayakkabılar - iskarpinler…

Böyle birkaç uzun koridor ve birkaç yol ayrımı daha geçtikten sonra Amerikalılar “hah tam istediğimiz bölüme geldik”  diye düşünüp son bir kapıyı da açtıklarında bir de bakarlar ki fabrikanın arka kapısından dışarıya çıkmışlar.
Gezi bitmiştir.
Şaşırırlar ve “iyi ama, biz gelmişken birer çift de ayakkabı alacağımız bir reyon görmeyi bekliyorduk” dediklerinde rus rehber sırıtır:
 “Boş ver ayakkabıyı yoldaş” der, “Sen bizdeki sisteme bak sisteme!”
***
Türkiye, uzunca bir süredir işsizlik, yoksulluk, üretimsizlik, artan dış borçlar ve dış ticaret açığı ile uğraşırken araya giren referandumla birlikte, birden bire bütün bunları bıraktı ve sistem tartışmasına girdi:
Şimdiki sistem mi sürmeli, başkanlık sistemine mi geçmeli; Tam başkanlık sistemi olmazsa acaba yarı başkanlık sistemi mi olmalı…
Acaba bizimkine hangisi daha çok yakışır?
Tam sivil bir anayasa nasıl olmalı?

Aynen yukarıdaki fıkraya dönüyor iş:
Ortada ne doğru dürüst üretim artışı var ne de üretimi ve insanları düşünen…
“Yeter ki sistem bizim dediğimiz gibi olsun”.

Meclis aşaması da dâhil en azından üç buçuk aydır gece gündüz anayasa tartışıyoruz.
12 Eylül’ü 13 Eylüle bağlayan akşam, henüz sandıkların tamamı sayılmamıştı, oh hele şükür artık bu zamansız işler bitti diyorduk ki; Sayın Başbakan balkona çıkıp önce geçici sonuçları açıkladı, ardından sıcağı sıcağına yeni talimatını verdi:
Yarından itibaren Burhan (Kuzu) Bey, çalışmalara başla!”

***
İyi güzel de;
Bu memleketin işsizinin, yoksulunun karnı, dön dolaş anayasa sistemi tartışarak nasıl doyacak?
Memurun, emeklinin geliri ne zaman insanca bir yaşama imkân verecek?
Üniversiteli gençler ne zaman iş bulabilecek?
Tarım ve hayvancılık yapanlar rızkını nasıl çıkaracak?
Karadeniz’de tütün ve fındık ne zaman değerini bulacak?
Esnafın çöküşü ne zaman duracak ya da önlenebilecek?
Falan falan…

Siz bütün bunları bir kenara bırakıp ha bire “başkanlık sistemi”, “sivil anayasa” falan diyorsunuz ya;
Tamam ne olur daha fazla uzatmayalım, artık kendi dertlerimize bakalım.
Biri başkan olacak, anayasayı sivilleştireceğiz diye, giderek biz kendimizin “milletçe sivil” kalmakta olduğumuzun farkına varalım.