Belediyeler ne kadar belediye,
ne kadar şirket?


Şöyle bir bilgilerimizi yoklayalım:
“Kamu”, yönetim yeri açısından kabaca ikiye ayrılır:
Merkezi yönetim ve yerel yönetimler.
Günlük dilde merkezi yönetime yani Ankara’dan yapılan yönetime “devlet”, yerinden yönetimlere ise “belediye” denir.
Bir de büyük şehir belediye idareleri vardır ki onlar adeta illerdeki yerel belediyelerin üst birliği konumundadır.
Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’daki 39 ilçe belediyesinin üst yönetimidir.
Çoğu konuda onların işlerini kendisi yapar ya da düzenler.
“Kamu”nun merkezden ya da yerinden yönetimleri, piyasa ekonomisi dediğimiz yani devletin bile mal ya da hizmet alırken, eleman çalıştırırken parasını vererek satın almak zorunda olduğu kapitalist düzende, bu yönetim görevlerini yerine getirirken “icraat” da dediğimiz işleri yapmak için kendilerine gerekli olan parayı vergi, resim, harç gibi bazı temel gelir kaynaklarıyla sağlarlar.
Devlet bunun dışında; kendi malvarlığını satarak, kiraya vererek, kurallara uymayanlara cezalar keserek de paralar toplar.
Ve nihayet bunlar da yetmezse borçlanır.
***
“Kamu” dediğimiz bu devasa toplumsal organizasyon, hem kendine gerekli parayı toplarken hem de bunları harcarken belirli kurallar içinde hareket eder.
Yani merkezi idarenin ya da onun yerel uzantısı olan belediye idarelerinin, öyle herhangi bir ticari şirketin patronu gibi istediği biçimde para harcama lüksü yoktur.
Harcanırsa o harcamanın hesabı sorulur.
Hem usulsüz harcanan paralar geri istenir, hem de kamunun parasını babasının parası gibi harcayana yolsuzluk ve usulsüzlükten ceza davaları açılır.
Bunun da böyle olması gereklidir.
Çünkü kendisine o paraların idaresi ve o paralarla kamunun işlerinin görülmesi konusunda yetki verilenlerin bu yetkiyi gerçekten toplumun amaçlarına ve yararına kullanması gerekir.
Bu iş başka türlü olur mu?
Olamaz.
Çünkü vatandaşlar, kendi harcayabilecekleri paraları biraz da zorlanarak kamuya verirken, kamunun da bu parayı aynen onu ödeyen vatandaşları gibi dikkatlice ve yerinde harcamasını beklerler.
Buraya kadar adeta bir “yurttaşlık bilgisi dersi” gibi oldu ama bakın bundan sonrası biraz değişik:

Peki, bir de “belediye şirketleri” diye bir şeyler var; acaba bunlar nasıl bir şeydir diye düşünülebilir.
Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş tam 24 tane Anonim Şirketi, ayrıca bu şirketlerin kurucusu olduğu iki de “şirketin şirketi” vardır.
Madem yukarıdaki giriş açıklamalarına biz dahil, adeta “yurttaşlık bilgisi” dersi gibi dedik ve çok temel bilgilerimizi tazelemek istedik, alın size şimdi 10 puanlık bir yurttaşlık bilgisi sorusu;
Haydi bakalım, dikkatli bir yurttaşsanız bunu kolayca cevaplayabilmelisiniz:

Bu belediye şirketleri acaba kamu dediğimiz merkezi ve yerel yönetimlerin neresindedirler?
Acaba bunların kuruluş sermayeleri vatandaşların vergilerinden mi karşılanmıştır yoksa “doğuştan” mı sermayelidirler?
Acaba bunların başındaki yönetimler, örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 24 şirketinin her birinin 12-15 arası kişiden oluşan genişçe yönetim kurulları vardır.
(Örneğin bir belediye şirketi olan Hamidiye Suyunun başında tam 13 yönetim kurulu üyesi bulunur.
Ağaç A.Ş. -ki bu kuruluş hayvanat bahçelerine de bakar- tam 15 yönetim kurulu üyesiyle “idare” edilir.)

Sermayeleri vatandaşın vergilerinden oluşan bu şirketler, yönetimlerini sermayedar sıfatıyla belediye başkanının seçtiği bu kurumlar, bir ticaret şirketi mantığıyla mı yönetilirler yoksa gerçekten kamu disiplini içinde midir?

Kendisine devletin bir tahta dolabı zimmetlenen herhangi bir kamu elemanı, örneğin aynı belediyenin bir memuru bu “demirbaş eşya”nın kaybolmasından şahsen sorumluyken bu şirketleri yönetenlerin şirket mallarını kaybetmekten, muhafaza edememekten, parasını batırmaktan dolayı nasıl bir sorumlulukları vardır?

Acaba bu şirketleri idare etmek üzere başlarına genel müdür, genel müdürlere yardımcı olmak üzere üçer beşer genel müdür yardımcısı, her birinin yönetim kurullarına 12-15 tane yönetim kurulu üyesi seçen belediye başkanları, bu seçtiklerinden bazıları bu kamu malını bir biçimde çar- çur eder, “biz ticaret şirketiyiz, üstelik memur falan da değiliz” deyip kendi bildiği gibi hareket eder ve zarara sokarsa, onları bu işe seçen “kamu iradesi” yani belediye başkanları onlara bir şey diyebilir mi?
Örneğin bir belediye zabıtasına yapabileceği gibi şirket genel kurullarında oraya atadıkları hakkında da soruşturma açabilir mi?
Yoksa biz bunlara karışamıyoruz deyip boynunu büker, çaresizliğini mi ifade eder?

Acaba bu şirketlerin hesapları, yani topladığı ve harcadığı paralar kamunun parasıdır, durun bakalım buradaki işlemler usulüne ve kamu menfaati gözetilerek yapılmış mı denebilir mi?
Denebilirse bunu kimler demelidir?

Tutun ki çok fazla düşünmeden “pat” diye, evet bunlar kamunun parasıdır, hesabı aranmalıdır dediniz. Buna karşılık belediye başkanı da “Siz galiba ticaret hukukunu da, ticari işleri de pek bilmiyorsunuz; bunların yönetim kurulları vardır, onların başında yine en büyük sermayedar olarak benim seçtiğim denetim kurulları vardır; yine benim seçtiğim yeminli mali müşavirleri vardır, bir hesap sorulacaksa onlar sorar, ne ben ne de onlara bu parayı tahsis eden Belediye Meclisleri bunu soramaz, bunu da mı biz öğretelim size” derse ne demeniz gerekir?
Haydi bakalım.
Biraz zorlanır gibi oldunuz değil mi?
Madem ki sizler bu memlekette Anayasa Mahkemesine hakim seçiminde hangi usulün uygulanması gerektiğine, Yüksek Hakimler Kurulu’nun nasıl oluşacağına, partisini değiştiren milletvekilinin vekilliğinin düşüp düşmeyeceğine dahi karar vereceksiniz, artık bunu da söyleyebilirsiniz.