Yoksullar üzerindeki dolaylı vergiler geri verilmeli mi?


Yoksulluk konusuna değinmek bir fukara edebiyatı mıdır?

“Yoksulluk var” diyenler bu işin edebiyatını yapan, bu konuyu istismar eden şarlatanlar mıdır?
Bu konuları gündeme getirmek, her gün güller açan bu memlekette gelişmeyi, zenginleşmeyi hazmedemeyip münafıklık yapmak mıdır acaba?
Ne dersiniz?

Etrafa bakıyorum da maşallah bütün lüks restoranlar tıklım tıklım dolu, insanlar bir giydiğini bir daha giymiyor, en pahalı arabalar kapış kapışa gidiyor… bu mudur yoksulluk? diyenler acaba ne kadar haklı?

Bunları siyasal eğiliminize ya da dünyaya bakış ve algılayış biçimine göre farklı biçimde değerlendirebilirsiniz.

Kimine göre edebiyat, kimine göre acı gerçek.
Peki kim doğru söylüyor?
Neye inanalım?

Yoksulluk yalansa gaza gelmeyelim, doğruysa kimseye haksızlık etmeyelim diyelim ama işin aslını nasıl anlayalım derseniz, gelin bu konuda en ihtiyatlı tabloyu sunan devletin istatistik kurumu (TÜİK) in bu konu ile ilgili değerlendirmelerine bir göz atalım:

Bu yazının yazıldığı tarihte Türkiye’de resmi olarak yayınlanmış en son yoksulluk çalışması “1 Aralık 2009” tarihini taşımaktaydı.

Bu çalışmaya göre Türkiye için kabul edilen yoksulluk sınırı; dört kişilik bir aile için, aylık 767 lira. Harcama imkanı bundan az olan aileler yoksul, çok olanlar yoksulluk sınırının üzerinde diye nitelendiriliyor.

TÜİK; yaşlılar evi, huzur evleri, hapishane, askeri kışla, özel nitelikli hastane, otel, çocuk yuvalarında bulunan nüfus ile göçerleri kapsam dışı tutarak yaptığı araştırmasında 2008 yılındaki şehirli nüfusun yüzde 9,38’inin, kırsal nüfusun ise yüzde 34,62’sinin yoksul olduğunu belirlemiş.
Şehir ve kırsal, her ikisi harmanlanıp düşünüldüğünde de Türkiye’nin toplam nüfusunun yüzde 17,11’i resmen yoksul kabul edilmiş.

Kaç kişi bunlar?
Tam 11,9 milyon vatandaşımız.
Bu kadar insanımız, “gıda+gıda dışı ihtiyaç”larını karşılayabilecek harcama gücü açısından “yoksul”.
Yapılan araştırmaya göre “çok çocuklu” ailelerin durumu daha da kötü: 7’den fazla kişiden oluşan ailelerde bu yoksulluk şehirlerde yüzde 26,95 iken kırsal kesimde yüzde 54,03

Şimdi elinizde resmi rakamlar olduğuna göre şu “edebiyat mı – gerçek mi” değerlendirmesini siz de kendi düşüncelerinize göre ve istediğiniz gibi yapabilirsiniz:

Ya bunlar safsatadır, edebiyattır; gerideki büyük çoğunluğu, gayet keyif içinde yaşayan nüfusu niye görmüyorsunuz ki dersiniz,

Ya da bu memlekette böyle bir yoksulluk varken adalet nasıl gerçekleşir, demokrasi nasıl yaşar, halk durumundan nasıl mutlu olur! işi gücü bırakalım öncelikle bu açık dengesizliğe bir çözüm bulalım dersiniz.

Biz ikincilerdeniz.

Birileri açken, yoksulken içi rahat edenlerden değiliz.

Zenginlik de güzeldir, insana mutluluk verir ama birileri yoksulluk içinde debelenirken değil.
Zenginlik başkaları yoksulluk çekmediği zaman makbuldür.

***
Türkiye; kdv, ötv, harç, pul parası türünden dolaylı vergileri oldukça yüksek oranda uygulayan bir ülkedir.

Maliye Bakanlığı bunun milli gelire oranının yüzde 11,8 olduğunu söylüyor.

Ekmekte, suda, elektrikte, otobüste, sırta giyilen gömlekte ve yaşamın her alanında ortalama olarak bu oranda dolaylı vergiler ödeniyorsa ve bu vergiler zengin yoksul ayrımı yapmadan uygulanıyor ve hele hele yukarıda sayıları 11,9 milyon olarak verilenleri ayırt etmiyorsa, acaba devlet önümüzdeki günlerde bunların vergi yüklerini onlara yapılmış büyük bir haksızlık olarak görür ve üzerlerinden kaldırabilir mi?

Bu istendiğinde, devlete maliyeti çok yüksek olur, yapamayız denebilir mi?

Devlete maliyeti yüksek dendiğinde, acaba hangi kesimin hangi kesime yüklediği maliyet yüksektir diye sorulabilir mi?

Aynı devlet babanın daha mutlu çocukları, bile bile, bu yoksul çocuklarının sırtına basarak zenginleşiyor dersek buna “edebiyattır” denebilir mi?

Eğer denmezse gelin bu adaletsizliği düzeltelim:
Yoksulların harcamaları üzerine binen dolaylı vergileri yine TÜİK’e hesaplatıp kendilerine nakit olarak iade edelim.

Hem vergi adaletinde aşama kaydedelim, hem sosyal devlete bir adım daha yaklaşalım.

Onlar bu yoksulluklarına rağmen nakit olarak “tıkır tıkır” öderken karşıdan seyretmeden, “Yok kardeşim, çoluk çocuğunun rızkından kesme” falan deyip;

-Edebiyatsa edebiyat-
Yine “tıkır tıkır” geri ödeyelim.