Dar alanlarda mülkiyet
Geniş topraklarda ziraat


Ekonomist Aslan Başer Kafaoğlu’ndan kaptığım çok güzel bir laf var:
Üstadım Türkiye’nin milli gelirindeki artış iddialarını irdelerken, “şunda artış yok, bunda artış yok, peki bu milli gelir nereden artacak ki” gibilerden topu iyice ortaladıktan sonra kaleye patlatıyor:
“yahu” diyor “büyük bir palamut akını oldu da biz mi fark edemedik !”

Bu güzel espriden yola çıkarsak, önemli bir maden ya da petrol bulunmadıkça insanlarımız birden bire önemli buluşlar yapıp patentler yağdırmadıkça, bizim memleketin milli gelirinde önemli bir artış olması acaba ancak Kafaoğlu’nun dediği gibi boğazlarda büyük bir palamut akını olmasına mı bağlı dersiniz?

Şaka bir yana, Türkiye’nin tarımı ve hayvancılığı giderek daha da kötülüyor.
Türkiye, bir süredir gıda ithal eden bir ülke oldu.

Bu ne demektir?
Çok şey demektir ama ben bunlardan pek de kimseden duyamadığım başka bir yönünü anlatmaya çalışacağım: Malum, Türkiye’deki gıda açığı, pek çok ihtiyaç maddesinde olduğu gibi gıda maddelerinin de ithalini gerektiriyor.
“Bunda ne var, bak ne güzel manavlarda ananas, mango, Şili elması, İsrail kavunu, marketlerde Hollanda peyniri ve daha birçok şey bulunmaya başladı. Türk insanı bunlardan yoksun mu kalsın, siz hangi çağda yaşıyorsunuz, siz karpuzun sadece haziranda mı çıktığını sanıyorsunuz gibi şeyler söyleyenleri ve ekonomik sıkıntılar kendilerini teğet geçenleri bir kenara bırakırsak, bu işin ekonomiye maliyeti sanıldığından da büyük.
Bir kere üretimi düşen malın fiyatı yüksek oluyor.
İkincisi, üretim düşükse ihtiyacın yerli üretimle karşılanamayan kısmı ithalatla karşılanıyor.
Yani bizim ziraatçinin kazanacağı parayı başka memleketlerin ziraatçileri kazanıyor.
Bir de ileride daha geniş zamanda anlatacağımız “emeğin emekçiye olan maliyeti” yükseliyor. Örneğin etin, ekmeğin, domatesin üretimini arttırıp iç fiyatlarını düşürürseniz, bunlarla beslenen işçi daha ucuza geçinebileceği için emeğin maliyeti düşer. Emeğin maliyetindeki düşüş de sanayi ürünlerinin maliyetini düşürür, ihracatınız artar.

Bu işin çözümü yok mu, tarımı canlandıramaz mıyız dediğinizde önünüze sürülen mazeretlerden en önemlisi olarak, bizde tarım topraklarının giderek parçalandığı ve büyük tarım ve hayvancılık alanları kalmadığı konusu gösteriliyor.

Tarım arazisini sadece tapu açısından görürseniz siz de buna inanabilirsiniz.
Bazı devlet büyüklerimiz gibi, “tabii” dersiniz, “Özellikle doğu ve güneydoğuda 40 dönüm tarlası olan bir adamın 10 çocuğu olunca bir nesil sonra her çocuğun ancak 4 dönüm tarlası olabiliyor. O da 10 çocuk yapsa kalır adam başına 400 metrekare arazi.”

Matematik olarak doğru, arazi mülkiyeti açısından da…
Ama akıllı bir tarım planlaması açısından asla!

Tarladaki ekinden, ovadaki hayvancılıktan verim almanın arazi tapusuyla hiçbir ilgisi sorunu yoktur.
Siz Friedman üstad böyle söylerdi deyip devleti bu işlere sokmazsanız, biz global bir dünyanın üyesiyiz deyip elin ektiğini borç harç ithal eder, ithalatı da “bırakınız yapsınlar” diye başıboş bırakırsanız tabii ki o köylü nüfus elindeki mendil kadar araziyi ekemez, ekse de ancak kendi yevmiyesini çıkarır. Kapının önündeki traktörünü de bu işlerde senede topu topu bir ay kullanıp geri kalanında “taksi” gözüyle görür.
Tarım ve hayvancılık böyle kalkınabilir mi? Türkiye böyle toparlanabilir mi?

Ne yapacaksınız biliyor musunuz?
Özellikle doğu ve güneydoğudaki işsizlik, fukaralık, gariplik ve gurebalığın kalkması için, içeriden ve dışarıdan hiç kimsenin paranın tatlı kokusunu almasını beklemeden siz “devlet eliyle” büyük tarım ve hayvancılık birlikleri kuracaksınız.

Miras hukuku istediği zaman değişsin, siz tarım alanlarını büyütmek için onu beklemeyeceksiniz.
Çözüm için tarım arazilerinin tapularını değil, “kullanımlarını” toplulaştıracaksınız.
Yani size gerekli olan arazileri iyi fiyatlar verip özendirerek tapu sahiplerinden “kiralayacaksınız.” Böylece göz alabildiğine uzanan arazileri kullanma imkanı bulacaksınız.
Bu kiraların yüksek olması sorun değildir. Çünkü tarım araziniz büyüdükçe işletme karlılığınız artacak, yükselen kiraları rahatlıkla karşılayacaktır.

Arazisini kiraya veren köylü isterse o topraklarda derhal yevmiyeli tarım işçisi, boşta kalan traktörü ise taksi görevi görmekten kurtulup bu tarım birliğinin zirai makinesi olacaktır.

Bu birliklerin "başlangıç sermayelerini" devlet olarak verecek, damızlığını, tohumunu tek elden ve ucuza ithal edecek, ziraat fakülteleri, ziraat ve ziraat mühendis odaları ile ele ele vererek üretimi planlayacak ve denetleyeceksiniz.
Yetişecek hayvansal ve tarımsal ürününü belirli fiyatlardan satın alma garantisi vereceksiniz.

Böylece işi, dar alandaki mülkiyetten geniş alanlardaki ziraata çevireceksiniz.
Var mısınız doğu ve güneydoğu ekonomisini böyle canlandırmaya,

Var mısınız bölge insanlarını şehirlerden geri çekip köyünde tarımsal üretime döndürmeye,
Var mısınız Türkiye’yi tekrar kendi karnını kendi üretimiyle doyurur bir ülke yapmaya,
Var mısınız Türkiye’de emeğin emekçiye maliyetini düşürüp ihracatı gerçekten patlatmaya
Bakın hazır elimizde mayınlı araziler de var.
Gelin bunun üzerinde biraz düşünelim.
Ben bu projeyi tartışmaya açıyorum.