|
Vatandaşı devlete biraz daha ısındırabilir miyiz?
Zaman aşımını bilir misiniz?
Hani aradan belli bir süre geçince bazı hakların sona erdiği, bazı
sorumluluklardan kurtulunduğu süre…
Örneklendirelim.
Diyelim ki vergi yükümlüsüsünüz.
Dükkânınız var, iyi kötü bir şeyler kazanmaya çalışıyor, verginizi
ödüyorsunuz.
Bu arada; nereden baksanız farklı yorumlanan tereddütlü bir konuda kendinize
göre doğru bir işlem yaptınız. Biliyorsunuz ki, defterlerinizi inceleseler
pek ala farklı bir görüşle maliye denetçileri bu yaptığınıza “hayır”
diyecekler.
Çünkü öyle de olur, böyle de;
Neden?
Konu pek açık değil, herkes olaya kendi penceresinden bakıyor da ondan.
Ya kısmet!
İçiniz pır pır ediyor.
Size göre doğrusu sizin görüşünüz ama karşınızdakinin de “devlet benim son
sözü ben söylerim” deme hakkı var.
Baktınız birinci sene kimse gelip bir şey demedi,
İkinci sene demedi,
üçüncü sene demedi…
Hani hemen gelip “bu olmaz kardeşim” deseler, eh ne yapalım şeriatın kestiği
parmak acımaz deyip sonuca katlanacak, işinize bakacaksınız.
Ama kimse gelip de sen nasıl yaptın demiyor.
Bakıyorsunuz tam da o zaman aşımı denen sürenin dolacağı sırada, yani
beşinci yılda denetim elemanları geliyor ve size o tahmin ettiğiniz “hayır”
cevabını veriyorlar
Peki ne olacak?
Bir kere o işleminiz “yanlış sayıldığı için” sizden vergisini isteyecekler.
İkincisi, vallahi çok ayıp etmişsin deyip cezasını da yazacaklar,
Ona da kabul.
Ama bir de, içinde gizli bir cezalandırmayı da barındıran, geçerli kredi
faiz oranlarının üzerinde, dönemine göre aylık yüzde bilmem kaçtan gecikme
faizini yükleyeceklerdir.
Kaba hesap: Zamanında maliye gibi yorum yapılsaydı toplamda ödenecek olanın
üç-beş katı bir ödeme.
Acaba incelemeyi yapanın yorumu doğru mu?
“Aslında öyle de olur, böyle de olur ama biz maliye olduğumuza göre, bize
yarayan doğru budur; karşı görüşte iseniz işte Danıştay, yanlış hesap altı
yıl sonra da olsa buradan döner!”
***
Danıştay Başkanı, kurumun 142. Kuruluş yıl dönümü dolayısıyla anlatıyor:
1 Nisan 2010 tarihi itibarıyla Danıştay’da incelenmeyi bekleyen dava ve
iş sayısı 172.654’tür.
2009 yılında 126.224 dava açılmıştır.
106.982 dosya sonuçlandırılmıştır.
Neden vatandaşa bu kadar yıl “acaba devlet ne der” eziyeti.
Niye durup durup da beşinci yıl içinde hesap sorup adamı batıracak duruma
getirmek?
Niye haklıysa bile yargıda altı yıl bekletip bir “affedersin biz size yanlış
yapmışız, neyse yanlışımızın bedeli…” dahi dememek?
***
Türkiye’de bu ve pek çok konuda devlet ile vatandaş arasında yoğun bir
mahkemeleşme yaşanmaktadır.
Yukarıda vergi işini anlattık, bir de sigorta konusu var…
Onda da zaman aşımı tam on yıl.
Diyelim ki küçük bir işletmeniz, bir iki personeliniz vardı.
İş yürüdü yürümedi, kapattınız.
Defter ve belgeleriniz tavan arasında sarardı, muhasebecinizin izini çoktan
kaybettiniz, elemanlarınız kendi yoluna gittiler.
Hatta o yıllarda ne yaptığınızı bile unuttunuz.
İşi bırakmanızın onuncu yılına doğru “devlet” kapınıza geliyor ve “bize göre
dokuz sene öncesinde falan falan dönemlerde primlerinizi tam
yatırmamışsınız, niye ?” diye soruyor.
“Aslanım Devlet… bak gördün mü? Üzerinden on yıl da geçse gelip adama hesap
sorabiliyor!” mu dersiniz yoksa “Be kardeşim, bunu zamanında sorsan da ben
de ne olduğunu anlayıp savunulacak tarafı varsa kendimi savunsam, yanlışsa
ve borcum varsa o gün ödesem” mi?
***
Maalesef, kamu yönetimimiz vergi ve sigorta başta olmak üzere bu tür
konularda vatandaşını yıllarca baskı altında tutmakta, tedirgin etmekte ve
onunla uzun yıllar davalı kalmaktadır.
Türkiye’de devlet ile vatandaş arasında bu nedenlerden dolayı belirli bir
soğukluk yaşanmakta ve “Aman aman devlet mi?” denmekte, buna karşılık “işte
devlet budur, ezer” diyen ve devlet yapısına zarar veren karşı propagandalar
kabul görmektedir.
Neden?
Yapılan iş doğruysa doğru, yanlışsa yanlış.
Ceza gerekiyor ise ona da diyecek yok!
Ama siz doğruluğu dahi tartışmalı, üzerinden geçen şunca zaman dolayısıyla
savunulması kolay olmayan bir konuda; niye vergide beşinci, sigortada onuncu
yılda bile hesap sorarım diyor ve vatandaşınızı zora sokuyorsunuz?
Niye bunu bir yıl, bilemediniz üç yıl içinde sormayıp bu sıkıntıları, bu
tedirginlikleri ve bu yıkımları yaşatıyor ve sonunda vatandaşı devletinden
soğutuyorsunuz?
Eldeki eleman yetersizse, yetiştiremiyorsanız bunun ceremesini vatandaşın
çekmesi mi gerekir yoksa sizin gerekli önlemi alıp son sözü en geç birkaç
yıl içinde söyleyebilecek düzeni kurmanız mı?
Niye bu gün işini kapatan esnaf; beş yıl vergi dairesinin, on yıl sigorta
idaresinin her an kapıyı çalabileceğinin tedirginliğiyle beklesin?
Bu söylediklerimiz yanlış yapanı savunmak değildir.
Tartışılmasını istediğimiz, vatandaşın şu kadar süre tedirgin bekleyişidir.
Çoğu zaman tedirgin bekleyiş… kimi zaman yıkıcı bir sürpriz.
***
Türkiye, bu ve daha pek çok sebepten devletin yüzünü derhal biraz daha
sempatik hale getirmek, vatandaşı ile olan husumetlerini azaltmak
zorundadır.
Bunu sağlamanın yollarından biri de, öncelikle yukarıda belirttiğimiz
konulardaki zaman aşımını üç yıl gibi bir süreye indirerek ihtilaflı ve
tedirginlik yaşatan süreleri aynı ölçüde kısaltmaktır.
beş on yıl sonra bulunan yanlış, verilen ceza, belki devletin bu konularda
ne kadar da ısrarlı ve takipçi olduğunu gösterir ve korkutur ama, bu çok
teknikmiş gibi algılanabilecek bir konunun düzeltilmesiyle bile devlet
vatandaş ilişkisine önemli katkılar sağlanabilir.
Hem artık o kanunların çıkarıldığı dönemlerdeki gibi defterler elle
yazılmıyor, denetimler sayfa çevirerek yapılmıyor.
Devir e-devlet devri değil mi?
Elektrik hızında işlem yapan e-devletin e-denetimi niye beş on yıllara
ihtiyaç duysun ki?
Bakın araba teknolojisi değişti diye karayollarındaki hız limitleri bile
değişmedi mi?
Umarız, yeni arayışlar ve yeni öneriler arasında, bizim bu söylediklerimiz
de vatandaş-devlet ilişkilerinde biraz daha yumuşama, biraz daha yakınlaşma
için ufak bir katkı sağlar.
|
|