O Bisiklet
Hırsızlığında Hükümetin suçu var mıydı?
Başlıkta sözünü
ettiğim, “Bisiklet Hırsızı (Ladri Di Biciclette)” 1948 yılında yönetmen
Vittorio De Sica’nın çevirdiği ve bütün zamanların en iyi on filminden
biridir.
Film, İkinci Dünya Savaşı sonrası Roma’sında yaşanan yoğun işsizlikte ailesi
için çıkış yolu arayan işsiz bir adamı anlatır. Filmin kahramanı Antonio,
zor bela bulduğu ama mutlaka bir bisikletle yapılması şartı olan afiş
yapıştırma işini kaçırmamak için evindeki yatak çarşaflarını satar ve bir
bisiklet edinir.
Ne var ki işe gittiği ilk günde bisikleti çalınır.
Polisin yardımcı olamadığı bu olayda Antonio oğluyla birlikte hırsızı –daha
doğrusu- bisikletini aramaya başlar.
Bu bir eleştiri ya da tanıtım yazısı olmadığı için burada filmin sonunu
söyleyebiliriz: Bütün gayretine karşılık bisikletini bulamayan filmin
kahramanı son çare olarak gider ve o da bir başkasının bisikletini çalarak
bir bakıma kendi açısından adaletini sağlamak ve içinde yaşadığı toplumun
insanlarına kaptırdığı bisikletini yani kendi hakkını böylece geri almak
ister.
Hukuk, buna “ihkak-ı hak” yani hakkın kişinin kendi eliyle geri alınması
diyor. Çok zorunlu durumlar dışında suç sayılıyor çünkü herkesin adaleti
kendi eliyle yerine getirmesi, insanların adaleti kendilerine göre
tanımlamasına ve toplumda yaygın bir biçimde yeni adaletsizlikler, daha
doğrusu suçlar işlenmesine yol açar.
Peki ya iktisat bu işe ne diyor ?
Acaba yaşama savaşı sırasında bir insanın bir başka insandan -ama bir tanıma
göre de toplumdan – gördüğü haksızlıkta o toplumu yönetenlerin de
sorumluluğu yok mu? Yani Bisikleti çalınan Antonio bir açıdan içinde
yaşadığı toplumu mu yoksa o toplumu bu duruma düşüren yönetimi mi suçlama
hakkına sahip?
Karşımıza birer birey olarak aldığımızda her birini kolayca
suçlayabildiğimiz hırsızları, fahişeleri, hatta sahtekârları toplumla
karşılıklı ilişkileri düşündüğümüzde yine suçlayabilir ve her durumda “sen
suçlusun” “toplum haklı” diyebilir miyiz?
Acaba o suçun işlenmesinde toplumun –ve dolayısıyla toplumu yönetenlerin- de
suçu yok mudur?
Acaba kişinin işlediği suçta o suçlunun içinde yaşadığı toplumun da belirli
bir payı olabilir mi?
***
İstatistikler, toplumda ekonomik sıkıntıların arttığı dönemlerde suçlarda da
artış olduğunu gösteriyor.
Örneğin harp ve ekonomik kriz gibi dönemler, belirgin bir biçimde işlenen
suçları da arttırıyor.
Bu ilişkiyi tersinden okursak, bir toplumda suçlar artıyorsa, toplumun
ekonomisi başta olmak üzere acaba bir şeylerin pek de iyi gitmediğini,
dolayısıyla toplumu yönetenlerin bu işte başarısız olduklarını da kabul
etmek gerekmez mi?
Gazete haberlerinden kolayca anlaşıldığı gibi şu anda Türkiye’de de toplumun
kınadığı pek çok olay yoğun bir biçimde yaşanıyor.
Biliyoruz ki, CHP İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bir sivil
toplum kuruluşunun çalışmasına dayanarak yaptığı açıklamasında altmış bin
kadının genelevde çalışmak üzere “vesika” beklediğini söyledi. İş bu raddeye
kadar geldiyse, sonuçta bu vesikalar ya verilir veya askıda tutulup,
reddedilip verilmemiş olur, ama başvuru sayısı bellidir ve bu gerçek
değişmez.
Biliyoruz ki, her yıl yüz binlerce çek karşılıksız çıkıyor ve bir bu kadar
esnaf karşılıksız çek düzenleme suçunu işlemiş oluyor.
Biliyoruz ki vergi denetim elemanları açıkladıkları her yeni istatistikte
biraz daha fazla vergi kaçağı tespit ettiklerini bildiriyorlar bu da demek
ki, toplumda insanlar dönemler ilerledikçe daha fazla vergi suçu işliyorlar.
Biliyoruz ki özellikle büyük şehirlerde insanların evleri, işyerleri
soyuluyor. Bunların sayısını ve bu işin boyutunu merak edenler apartman
dairelerinin dış yüzüne takılan ışıklı alarm cihazlarına, hemen her
mağazanın bir taraflarına takılan video kameralara bakıp işin boyutu
konusunda genel bir düşünceye sahip olabilir.
Eskiden öğle yemeğine ya da namaza giderken “ben içeride yokum” anlamında
kapıya çaprazlama bir tahta iskemle koymayı yeterli bulan, ama herhalde
topluma olan güvenini göstermek için de kapısını kapamayıp açık bırakıp
giden esnafımızı hatırlayıp ah nerede o günler demez misiniz?
***
Ekonominin dara girdiği dönemlerde artan ve dolayısıyla işlenme nedeni
önemli ölçüde ekonomik olan suçlara bakarak söylersek, bizce en az suçu
işleyen kişiler kadar ekonomiyi bu hale getirenlerde de büyük sorumluluk yok
mudur?
Ekonomi dar boğaza girince,
İşyerleri yavaş yavaş kapanmaya başlayınca,
Kapanan işyerlerindeki çalışanlar dalga dalga sokağa bırakılınca,
Elde avuçtakiler tüketilip insanlar aç kalınca,
Sonuçta ümitler tükenince…
Acaba suç(!)a itilen insanların bu ekonomiyi “böyle idare edenler”den davacı
olma hakları yok mudur?
Elbette vardır.
Ama bu davada hakkın geri alınması için izlenecek yol “Bisiklet Hırsızları”
filminde de gördüğümüz gibi bu kez başka bir suç işleyerek yani “ihkak-ı
hak” yöntemi ile değil, mutlaka seçim sandıklarında olmalıdır.
Acaba seçim zamanı dağıtılan yiyecek paketleri, insanların tam da
kendilerini bu açmazlara düşürenlerden hesap soracağı sırada karınlarının
kahreden açlığını unutmalarını, bu açmazlara nereden düştüklerini
anlamamalarını sağlamak için iyi bir zamanlama yapılarak verilen kuvvetli
bir uyuşturucu olabilir mi?
Eğer öyleyse bunun tartışılması ve doğru anlaşılarak kafalara yazılması ya
da yazdırılması için en uygun zaman, şimdiki gibi seçimin henüz gündemde
olmadığı ve dolayısıyla “seçim paketlerinin” dağıtılmadığı günler değil
midir?
|